

ATATÜRK’ÜN HÜRRİYET VE BAĞIMSIZLIK FİKRİ FRANSIZ İHTİLALİ’NDEN ETKİLENMİŞ DEĞİLDİR
Bağımsızlık ve hürriyet sevdalısı bir Mustafa Kemal var karşımızda. Büyük bir istiklal mücadelesinin lideri...
“Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olmasıyla kaimdir” diyor Mustafa Kemal, 1921 senesinde.. .
Yüzyıla damgasını vurmuş Mustafa Kemal’in hayatını ele alan hemen hemen tüm kalemler, sahip olduğu hürriyet fikrini Rousseau, Voltaire, Auguste Comte, Montesquieu gibi Fransız aydınlara mâl ederler. Hatta Lord Kinross gibi yabancı bazı yazarlar, “Fransız İhtilali’nden etkilenen görüşlerinin hayata geçmesinde önündeki tek set olarak İslam dinini görüyordu” gibi saçmalıkları kaleme alma noktasına kadar işi götürmüşlerdir.
S A Y F A - 161 -
Batılı yazarların İslam dinini hürriyet önünde engel gösteren ifadeleri tamamen Batı mantığının İslam dinini küçük düşürme çabası hezeyanlarıdır.
Denilmektedir ki, Manastır’da tanıştığı Ali F ethi’nin tesiriyle geliştirilen Fransızca daha sonra Beyoğlu’nda taşındığı bir Fransız madamın pansiyonunda pratiğe dökülerek ilerletilmiş ve Türk milletinin bağımsızlık meşalesini yakacak düşüncelerin temelini atmış. . .
Türk tarihi hakikaten yeniden yazılmalı. Ehl-i Beyt soyundan gelen bir liderden bahsediyoruz.
Mevlana’nın hocası Şems-i Tebrîzî’nin ve Seyyid Feyzullah Efendi’ nin torunu bir anne ve İmam Rıza’nın torunu bir babadan doğan evladın her halinde elbette Ehl-i Beyt’in, İslam’m etkisi olacaktır.
“Türk toplumunun ve Müslüman bir çevrenin üyesi olarak yetiştiği çağın din ve gelenek ağırlıklı ortamında Atatürk de bu kutsal bağlanıştan uzak kalmamıştır.” '58'
Mustafa Kemal’in özgürlük ve hürriyet sevdası da ceddinden gelmektedir. O’nun hürriyet fikrine bir zemin aranıyorsa bu, Hz. Peygamberden, İmam Ali’den, Hz. Fâtıma’dan, İmam Hüseyin’den, İmam Rıza’dan örneklendirilmelidir.
Hz. Fâtıma, Peygamberin (s.a.v.) vasiyetini reddederek hilafeti gasp eden sahabiler cenazesine gelmesin, kabrini bilmesin diye gece defnedilmiştir.Bu sebeple kabrinin yeri halen tartışma konusudur.
_____________________
58 Reşat Kaynar-Necdet Sakaoğlu, Atatürk Düşüncesi: Sorular, Konferanslar, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996, s.56.
S A Y F A - 162 -
Malum, imam Hüseyin hakkını gasp eden Yezid’e karşı başkaldırmış, islam tarihindeki halifeye karşı ilk silahlı isyanı gerçekleştirmiş ve yanlışı düzeltmek adına kanını bu uğurda feda etmiştir.
Ehl-i Beyt imamlarının hemen hepsi bağımsızlık ve inandıkları doğrular uğruna verdikleri mücadelede şehit edilmişlerdir.
Atatürk de ceddi gibi doğrulan uğruna baş kaldırmıştır.
Bakınız, Mustafa Kemal’in yaşamının 1896-1898 seneleri arasındaki dönemi Manastır’da geçmiştir.
Bu sırada Sırbistan ve Bulgaristan Manastır’daki Slavları kendine bağlamak için kiliseleri vasıtasıyla amansız bir mücadeleye girişmişti. Yunanistan, Ortodoksları yanına çekmeye çalışıyordu.
Fener Rum Patrikhanesi Makedonya Ortodokslarının, Bulgar ve Sırp kiliselerine kayışına engel olmaya çalışıyordu.
Manastır’da o dönemde iki tane Amerikan misyoner koleji bulunmaktaydı.
Tarih boyunca savaşların inançların sözcülüğünü yaptığını ısrarla vurguluyoruz.
O dönemde de manzara böyleydi ve Mustafa Kemal inanç üzerinden devam eden ve bağımsızlık mücadelesine dönüşen kaynamayı müşahade ediyordu.
Manastır yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu’nda Hıristiyan inancının öne çıkartılarak başlayan çözülmenin farkındaydı.
Mustafa Kemal’in Fransız devriminden etkilendiğini iddia edenler, İstiklal Savaşı’nın Hıristiyanlara karşı yapıldığını neden düşünmezler?
S A Y F A - 163 -
İddiaların tam tersine, Manastır dönemi Mustafa Kemal’in; İslam inancına daha da bağlandığı bir dönem olacaktır.
Genç subay adayı arkadaşlarına durum tespiti olarak neler Söylemiştir:
“Altı yüz yıl kadar önce Anadolu’da doğan Osmanlı İmparatorluğu, 350 yılda Viyana kapılarına kadar ilerledi. İmparatorluğu güçlendiren manevî faktörler zayıfladığı için yavaş yavaş Vıyana, Budapeşte, Belgrad elden çıktı. Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık.” "59”
Mustafa Kemal genç subaylara, “manevî faktörler yani inanç zayıfladığı için çözülme başladı, dikkat edin” uyarısı yapmıştır.
Devrimlerinde İslam’ı engel görmesi konusu ise tamamen yalandır.
Zira, Atatürk’ün padişah ve saltanatta olan yetkileri kendinde toplamak yerine millet egemenliğine devretmesi dahi gördüğü İslam terbiyesi ile alakalıdır.
İslam inancında kul Allah’a karşı mesuldür. Kulluğun gereği aldığı nefesten verdiği nefese kadar yaptıklarının hesabını vereceği inancıyla yaşar.
Yine kişi sahip olduklarından hesaba çekilecektir. Yani eli olmayan bir kişiye eliyle yapabileceği hırsızlık için bir sual olmayacaktır.
Cenabı-ı Hakk’ın sünnetullahı her insan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Herkes Allah’a karşı aynı mesuliyetlere sahiptir.
İşte egemenliğin tek kişiden alınıp, milletin tamamına devredilmesi de, devlet idaresinden doğacak mesuliyetin herkese yayılması olarak okunmalıdır.
__________________
59 Gündüz, s.34,35.
S A Y F A - 164 -
Bakınız Mustafa Kemal, egemenliğin millete devredilmesini kendi ifadeleri ile, Hz. Peygamberin, “Kavmine hizmet eden kavmin efendisidir” hadisine bağlamaktadır:
“. . . Biz ve bütün İslam âlemi için yüce ve mukaddes ve manevî bir irtibat noktası olan hilafet makamı dahi bütün İslam âlemiyle beraber, bütün milletimiz tarafından belki daha kuvvetli derin hissiyat ile yüce ve mukaddestir.
Fakat efendiler, bu yüce makamın kudsiyetini hürmetkârane takdis etmiş olmakla beraber, bu makamda oturacak zatı hiçbir vakitte efendi yapmak söz konusu değildir.
Şeriat-ı gara-yi Muhammediye (İslamiyet) ile bağdaştırılabilir değildir. “Seyyidülkavim hadimihüm’ buyurmuşlardır. Milete efendilik yoktur, hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.” '60'
Burada Mustafa Kemal, egemenliğin bir kişiden milletin tamımına geçmesini, Hz. Peygamberin hadisi ile izah etmektedir.
“. . . Millî hakimiyetin tamamıyla tecelli etmesi, bunun aslî sahibi olan bütün insanların bir araya gelip bunu bilfiil kullanmasıyla mümkündür.
Fakat bütün Türkiye ahalisinin toplanması süretiyle bu maksadın teminine pratik bir çare, olsa olsa bunların selahiyet sahibi vekillerinin bir araya gelip bu işi yapması olabilirdi.
Millî hakimiyetimizin bir zat yahut sınırlı şahıslarla kabine gibi bir heyet tarafından temsil edilmesi yüzünden memleketi ve milleti istibdattan kurtaramadığımız tarihî vakalarla ispatlanmış olduğundan, herhalde bu temsil hakkını mümkün olduğu kadar
________________________
60 Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 12, 3. Baskı, Kaynak Yayınlan, İstanbul 2015, s. 124.
S A Y F A - 165 -
çok insanlardan meydana gelen ve vekalet müddeti az bir heyette temsil ve tecelli ettirmek, bence yegâne çare idi.
(...) Bir de biz Müslüman olduğumuz için hilafet makamıyla irtibatı muhafaza ve hatta o makama bütün milletçe dayanak noktası olmakta gerekli olduğundan, Avrupa ve Amerika’daki şekillerinden birini destekleyemezdik. Bu makamın korunması ancak bizim şekil ve idaremiz gibi bir halk idaresinin tesisi ile mümkündür.”64 “
Batı’yı hiçbir zaman örnek almayıp, her zaman muasır medeniyetlerin üstünü hedef gösteren Mustafa Kemal’i, Rousseau gibi Batılı bir düşünürün öğrencisi olarak göstermek, O’nun şahsına yapılacak en büyük hakarettir bizce.
Hele hele Hz. Muhammed hakkındaki görüşlerini Leone Caetani’nin “İslam Tarihi’ kitabından etkilenerek oluşturduğunu, Hz. Muhammed’i bir Hıristiyandan öğrendiğini yazmak bardağı taşıran son damla olsa gerek. ..
Bunları yazarken bir hakikati ortaya koyuyoruz.Yoksa Batılı yazarları tekfir diye bir düşüncemiz asla bulunmamaktadır.
Bakınız, Mustafa Kemal, 1919 senesinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına İstanbul ahalisine bir genelge yayınlar. Tarih: 2.10.1919.
Burada, Saray’ın ve Hükümetin yanlışlarını ve gelinen noktayı özetledikten sonra, milletin göstermesi gereken tavrı yine Hz. Peygamberin (sav.) hadisi ile izah edecektir:
“... Eğer bu vazife bugün yapılmayacak olursa, yarın Ferit Paşa kabinesinin millî emellerimize aykırı olarak kabul edebi
____________________________
61 Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2012, s.l69.
S A Y F A - 166 -
leceği barış şartları karşısında Avrupa’ya karşı hiçbir itiraz hakkımız kalmaz; o zaman bize cihan kamuoyu “vaktiyle bu itiraz hakkınızı neden kendi hükümetinize karşı kullanmadınız?’ diyecek ve bunu derken de herhalde pek haklı bir söz söylemiş olacaktır.
Çünkü Peygamberimiz, “kema tekunu yüvella aleyküm’ yani, “siz ne mahiyette olursanız, işbaşındakiler de o mahiyette olur’ buyurmuşlardır.” '62'
Hatta, aynı genelgede Millî Mücadele’nin başlamasını dahi, Allah’ın emrini yerine getirme ve Peygamberin hadisine uymak olarak izah eder:
““... İşte saymakla tükenmez cinayetler ve hıyanetler işlemiş ve işlemekte olan hükümetin, devleti çöküşe sürüklediğini takdir eden Anadolu halkı, bu hâle artık bir nihayet vermek mecburiyetini hissetmiş ve Allah’ın emrine ve Peygamberin hadisine uyarak zulme karşı harekete başlamış ve zalimlere her türlü münasebeti kesmiştir.” '63' Kişinin fikri ne ise zikride odur denilir.
İcraatlarını, Millî Mücadele’yi hadisler ve ayetler ile temellendiren, konuşmalarında kullanan Mustafa Kemal mi dinsiz?
Harp Akademisi’ni bitirerek kurmay yüzbaşı diplomasını aldığı 1905 yıllarında Namık Kemal gibi hürriyetçilerin eserlerinden küçük bir kütüphaneye sahip olduğu bilinmektedir.
Büyük şair Namık Kemal de bir Bektaşî aileden gelmektedir. 18 yaşından itibaren Afyon Mevlevî dergâhına devam etmiş
____________________________
62 Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2015, c.4, s.176. 63 Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2015, c.4, s.l75.
S A Y F A - 167 -
olan Namık Kemal’in hürriyet anlayışının temelinde de İslam öğretisi vardır. Kerbela Mersiyesi, “Şahımdır Ali” şiirin', Alevi-Bektaşî çizgideki Namık Kemal’in manevî dünyasını anlatmaya yetecektir. Şerif Mardin, onun Bektaşî bir aileden geldiğini ifade eder. “ 64"
Yine yazar, Namık Kemal’in cumhuriyet, parlementer sistem ve meclis gibi kavram ve kuramların içerik olarak Hz. Muhammed ve dört halife dönemlerinde görüldüğünü ileri sürdüğünü yazar. '65'
Namık Kemal’in, egemen güç olarak milleti hakim kılma düşüncesine dayanan hürriyet fikri de Atatürk’ün yukarıda kendi beyanı ile dile getirdiği İslam inanç temeli ile izah edilebilir. Atatürk’ün Namık Kemal’e ilgi duymasında da aralarındaki Bektaşîlik bağının etkisi elbette büyüktür.
Bektaşîlik inancına bir de din adamlarıyla başlayan ve temeli Kur’an’ın, Müslümanlığın elden gittiği manevî görüşü ile şekillenen Kuvva hareketini de eklerseniz,O’nun bağımsızlığının göğsündeki imandan gelen bir şevk olduğunu görürsünüz.
Kaldı ki, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nda verdiği mücadelenin mesela Bolşeviklerden etkilendiği safsatası esasen ciddi bir ajan faaliyetidir.
Görüşlerini dış mihraklara veya yazarlara ait gibi gösterenler bilerek ya da bilmeyerek bu ajan faaliyetine dahil olmaktalar.
28 Aralık 1919’da, Ankara halkına yaptığı uzun bir konuşmada o günün şartlarını değerlendirir Mustafa Kemal.
________________________
64 Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesi’nin Doğuşu, İletişim Yayınlan, İstanbul, 2004, s.320. 65 Mardin. 2004, s.414.
S A Y F A - 168 -
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi şartlarından anlatmaya başlar ve şöyle der:
“Pek mühim olan yedinci madde, “İtilaf Devletleri’nin herhangi stratejik noktayı işgal hakkına sahip olmalarını, müttefiklerin emniyetini tehdit edecek vaziyet ortaya çıktığında’ açık şartıyla tayin etmiştir.
Mütarekenamenin ilk imzalandığı zamanlarda İngilizler Musul’u işgal etti.
Adana havalisini, Urfa’yı, Antep ve Maraş’ı evvela İngilizler, sonra Fransızlar işgal ettiler.
Buna dair mütarekede bir madde yoktur. İtalyanlar Antalya’yı işgal ettiler,Yunanlılar da İzmir ve havalisini işgal ettiler.
İstanbul’da mesela henüz barış yapmadığımız bir milletten, jandarmamıza kumandan tayin ettiler.Kömür tedarikindeki aciz yüzünden İstanbul’un tramvaylarını, su kumpanyamızı, bütün demiryolu hatlarımızı henüz mütareke halinde bulunduğumuz İtilaf Devletleri’nin idaresi altına verdiler.
Babıali’nin muhafazasını bile Ferit Paşa son zamanlarda yabancılara terk etmiştir.
Tevfik Paşa vatanımızın bir kısmını Ermenistan’a ilavede bir beis görmemekte idi.
Ferit Paşa resmi beyanatlarında doğu vilayetlerinde geniş bir Ermenistan özerkliğinden bahsettiği gibi, Paris’te de güney sınırımızın Toros olabileceğini söylemişti.
İzmir faciasından sonra milletimiz hakikaten hislendi ve uyandı.
Erzurum ve Sivas Kongrelerinde genel birliğimiz vücuda geldi.
S A Y F A - 169 -
(. . .) Maksat, Osmanlı vatanının bütünlüğünü ve yüce hilafet ve saltanat makamının ve millî bağımsızlığın dokunulmazlığını temin için Kuvva-yi Milliye’yi hakim kılmaktır.’
(. . .) Bu mukaddes maksadın temini ile iştigal edildiği bir sırada, pekala hatırlarınızdadır ki Ferit Paşa buna mani olmaya kalktı. Bu teşebbüsleri memleket dahilinde kötüye yormaya uğraştı. İttihatçılıktır dedi.Bu isnad dahilî ve haricî kamuoyunda muvaffak olamadı.
Bunu gördükten sonra yeni bir silah aradı.Bolşeviklik dedi. Resmi telgralarında Bolşeviklerin Karadeniz’den takım takım Samsun, Trabzon ve dahiline doğru yürüdüğünü, memleketi alt üst ettiğini resmen yaydı.”66 “
Burada Mustafa Kemal, bir halk hareketi olarak başlayan Kuvva gücünün, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde aldığı müdafaa kararlarına karşı Ferit Paşa hükümetinin “Bolşevik hareketi” iftirasını attığını bizzat kendi ifşa etmektedir.
Kısaca Bolşevik ihtilalinden etkilendiği belirtilen Mustafa Kemal, bu beyanı ile ajan faaliyetini bozmaktadır.
Mustafa Kemal’in Fransızca’ya olan ilgisinde, özenmenin ötesinde bir sebep vardır.
Köşkte cereyan eden bir hadise şöyledir: Ord. Prof. Dr. Sadi Iımak anlatıyor:
“O akşam geniş ölçüde başka mevzularla birlikte dil üzerinde durduk.Bana sualler yöneltti elimden geldiğince cevaplar verdim. Bir defasında da tahtaya kalkar mısınız, dedi. Bir de baktım ki tam benim arkamda kara tahta var.
________________________
66 -Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 6, 3. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012, s.26-31.
S A Y F A - 170 -
Sonradan öğrendim ki, bu kara tahta daima Atatürk’ün huzurunda bulunuyor.
“Lütfen yazar mısınız?’dedi. Tebeşir elimde dikkatle dinliyorum. Deniz, dedi yazdım. Su, dedi yazdım. Tuz, dedi yazdım.
“Bu üç kelimeden garp dillerinde kaç cümle yapılabilir bakalım’ dedi.
Ben başladım yazmaya Fransızca, Almanca, İngilizce ikişer cümle yapılabiliyor.
Atatürk, “Gelelim Türkçe’ye... Bu üç kelimeden kaç cümle yapılabiliyor?’ dedi.
Hiç hayatımda böyle bir konuyla muhatap olmamıştım.Yazmaya başladım.Denizin suyu tuzludur. Baktım başkası da söylenebiliyor. Tuzludur suyu denizin.Denizin tuzludur suyu.Baktık Türkçe’de 6 cümle yapılabiliyor.
Atatürk, şimdi enteresan güç bir soru daha.Bu durum Türkçe’nin hayrına mıdır, şerrine midir?’ dedi.
Bir an düşündüm. “Efendim, bu altı cümlede esasen aynı şeyi söylüyor ama farklılıkları var. Küçük ayrılıkları var. Suyu denizin tuzludur dediğimiz zaman suyu ön plana alıyoruz, onun için bir dil zenginliği gibi gelir bana’ dedim.
Atatürk, “Evet, ama bunun büyük bir sakıncası var’ deyince, büsbütün şaşırdım ve doğrusu cevap bulamadım ve bekledim kendisi cevap versin diye.
Dedi ki: “Dil, zenginliğini ne pahasına elde etmiştir? Türkçe’de kelimenin cümle içindeki yeri oynak kalmıştır’ deyip bir suale daha geçti: “Niçin milletlerarası anlaşmaların metni Fransızca yazılır, bir ihtilaf vukuunda Fransızca metin esas alınır?’ diye sordu.
S A Y F A - 171 -
İtiraf ederim ki, bunu hiç düşünmemiştim. “Olsa olsa 19. yüzyılda Fransız hegemonyası, Fransızların kuvvetli bir devlet oluşu bunda hakim’dedim.
Atatürk, “Hayır, Fransız dilinin özelliğidir bunu yapan.Fransız dilinde kelimelerin cümle içinde yeri sağlamdır ve metindir, Öyle ki, aradan elli senelik bir süre geçtikten sonra dahi Fransızca metin okunduğu zaman değişik anlamlara gelmez. Bir anlaşmadan da bu beklenir’ dedi.” '67'
Tüm bunların yanı sıra, Atatürk,
1 Aralık 1921 ’deki Meclis konuşmasında Rousseau’nun tüm eserlerini okuduğunu ifade etmiştir.
Bu ve benzeri hürriyet sevdalısı yazarların kitaplarını okumuş olabilir ancak içindeki hürriyet düşüncesinin bunlara ait olduğu düşüncesi yanlıştır.
Kaldı ki, Rousseau, Voltaire gibi yazarlar İspanya’nın İslam medeniyetinden de istifade ederlerdi.
Bilindiği gibi karanlık çağ Avrupa’nın Hıristiyan dünyası içindir. Maalesef, bu karanlık zihniyet, büyük İslam medeniyetini her zaman küçük düşürmeye çalışan zırvalarla doludur.
İslam’ın meyveleri; sanatta, edebiyatta, hekimlikte, hukukta vs. her sahada görülmüştür ve Batılılar için de ilham kaynağı olmuşlardır.
Avrupa karanlık çağı yaşarken, İslam dünyası İslam dininin medeniyetlerinden istifade ediyordu.
________________________
67 Nazmi Kal, Atatürk’ten Duymadığınız Anılar, 2. Baskı, Ziraat Grup Matbaacılık, Ankara, 2016, s.177-l78.
S A Y F A - 172 -
Mesela, İbn-i Sina, 980 ila 1037 seneleri arasında yaşamıştır. Tıp otoritesidir. el-Kanun fı’t-Tıbb, Avrupa üniversitelerinde 600 sene kaynak tıp kitabı olarak okutulmuştur.
Cabir bin Hayyan, 720 ila 815 yılları arasında yaşamış, modern kimyanın kurucusu kabul edilmiştir. Kuramları çok az bir değişiklikle 18. yüzyıla kadar kullanılmıştır.
Cebir ilminin kurucusu Harezmî’dir. 780 ile 850 yılları arasında yaşamıştır.
Biruni, 973’de doğmuş, 1061’de ölmüştür. Matematik, astronomi ve coğrafyada otoritedir.
Uluğ Bey’e Batılı bilim adamları 15. asrın astronumu demişlerdir.
Karanlık çağ, 476 ile 1000 seneleri arası Ortaçağ’ın ilk dönemine verilen addır.
Yukarıdaki İslam âlimleri bu döneme hakikaten ışık tutmuştur.
İslam dini ilme Peygamberimizin hadislerinde örneğini gördüğümüz şekliyle büyük önem vermiş ve dünya insanlığının gelişmesine teşvik olmuştur.
Yoksa siz doğan çocuğun günahlarından temizlenmesi için onu yıkayan bir zihniyetin gelişmelere açık olmasını beklemeyin.Tam tersine, hürriyet konusunda da, gerçek hürriyet olan kulluğu ölçü bilen ve Allah’ın buyrukları istikametinde yaşamayı ilke edinen Müslümanın her hali Batı’ya örnektir.
Mustafa Kemal’in Ehl-i Beyt mantığıyla yaşadığı, düşündüğü Ve ilkelerini hayata geçirdiği fıkri Türk insanı için yeni ve farklı olsa da doğrudur. Hatta işin temelidir.
S A Y F A - 173 -
Ne yapalım, biz, AB’nin en güçlü döneminde, “AB 15 sene içinde yıkılacak” dediğimizde inanmayanlar ya da 1991’deki Körfez krizinde “asıl hedef Türkiye” öngörümüzü “bu kadar da olmaz” diyerek algılamayanlar veya bundan 10 sene evvel “Atatürk 7 yaşında Kur’an okudu, 8 yaşında hafız oldu” gerçeğini açıkladığımızda, “bu da nereden çıktı” diyenler; bugün
“haklıymış” diyorlar.
Bugün söylediğimiz doğruları anlamak için yine uzun vakitler mi lazım! ?
S A Y F A - 174 -
ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE YETİŞEN ASKERİ BİR DEHA
Hürriyet ve bağımsızlık noktasına işi taşıyacak şartlar henüz 0 doğmadan şekillenmişti.
Yeniçeri Ocağı’m yıkan II. Mahmud, Prusya subaylarım Türkiye’ye yardıma çağırır. Bunlar arasındaki Moltke, 7 Nisan 1836’da Beyoğlu’ndan yazdığı mektupta, Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunu şöyle anlatmaktadır:
“Uzun zaman Avrupa ordularının görevi, Osmanlı egemenliğine set çekmekti. Bugün ise Avrupa politikasının tasası bu devletin kendi varlığını koruyabilmesidir. İslam’ın, Batı’nın büyük bir kısmını hükmü altında tutacağından haklı olarak korkulduğu devir geçeli pek çok olmamıştır.
(. . .) Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır. Eflak ve Sırbistan Babıali’nin egemenliğini ancak görünüşte tanımaktadır. Türkler x
S A Y F A - 175 -
bu yerlerden sürüldüklerini görmektedir.Mısır bağımlı bir eyaletten fazla bir “düşman hükümet’tir.
Zengin Suriye ve Kilikya’nın alınışı, elli hücum ve yetmiş bin insan hayatına mal olan Girit, kılıç bile çekilmeden elden çıkmış ve bir asi Paşa’nm malı olmuştur.
Trablus’ta egemenlik henüz şöyle böyle kurulmuşken,yeniden gene elden çıkmak üzere. Akdeniz kıyılarındaki öteki Müslüman ülkelerin artık Babıali ile hemen hemen hiç bağlantısı yok.Medine ve Mekke’de çok eskiden beri padişahın gerçek hiçbir hükmü yok.
(. . .) Şimdilik Türk ordusu eski ve tamamıyla sarsılmış bir temel üzerinde yeni bir yapıdır.Osmanlı Hükümeti bugün güvenliğini ordusundan fazla yapacağı anlaşmalarla sağlayabilir.
(. . .) Memleket fakir, devlet gelirleri azalmıştır. İhtiyaçları karşılamak için hükümetin yapabileceği son şeyler, servetlere ve miraslara el koymak, devlet hizmetlerini satmak, hediyeler koparmak, paranın ayarını bozmaktır.” '68'
Böyle bir dünyaya gözlerini açan Mustafa Kemal, Harp Okulu yıllarında ulusal bir irade ile yeni bir yönetimin şart olduğundan bahsederek bazıları için ileri giden, bazılarına ise liderlik yapacak görüşlerini anlatmaktadır:
“Arkadaşlar, bu gece sizleri toplamaktan maksadım şudur: Memleketin yaşadığı vahim anlamı size söylemeye lüzum görmüyorum. Buna cümleniz müdriksiniz.
Bu bedbaht memlekete karşı mühim vazifemiz vardır. Onu kurtarmak biricik hedefimizdir.
________________________
68 -Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2004, s.27-30.
S A Y F A - 176 -
Bugün Makedonya’yı ve tekmil Rumeli kıtasını vatan bütünlüğünden ayırmak istiyorlar. Memlekete yabancı nüfus ve hakimiyeti fiilen girmiştir. Padişah zevk ve saltanata düşkün, her zilleti yapacak, menfur bir şahsiyettir.”69 “’
Siyasetle iştigalini kendileri şöyle anlatır:
“Harbiye senelerinde siyaset fikirleri baş gösterdi.Vaziyet hakkında henüz nüfuzlu bir bakış hâsıl edemiyorduk.Sultan Hamid devriydi.Namık Kemal Bey’in kitaplarını okuyorduk.Takibat sıkı idi. Çoğunlukla ancak koğuşta yattıktan sonra okumak imkanı buluyorduk.
Bu gibi vatanperverane eserleri okuyanlara karşı takibat yapılması, işlerin içinde bir berbatlık bulunduğunu hissettiriyordu.Fakat bunun mahiyeti gözlerimizin önünde tamamen billurlaşmıyordu.
Kurmay sınıflarına geçtik. Alışılmış olan derslere iyi çalışıyordum. Bunların üzerinde olan bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peydah oldu. Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık.
Binlerce kişiden ibaret olan Harbiye talebesine bu keşfımizi anlatmak hevesine düştük.Mektep talebesi arasında okunmak üzere mektepte elyazısıyla bir gazete tesis ettik.
Sınıf dahilinde ufak teşkilatımız vardı.Ben idare heyetine dahildim. Gazetenin yazılarını çoğunlukla ben yazıyordum.O zamanlar mektepler müfettişi İsmail Paşa vardı.Bu harekâtımızı keşfetmiş. Takip ettiriyormuş.Mektebin müdürü Rıza Paşa isminde bir zattı. Bu zat, padişah nezdinde İsmail Paşa tarafından suçlanmış, “mektepte böyle talebe var, ya farkında olmuyor, ya
_________________________
69- Sadi Borak, Atatürk, Gençlik ve Hürriyet, İstanbul, 1998, s. 16.
S A Y F A - 177 -
müsaade ediyor’ denilmiş. Rıza Paşa mevkiini muhafaza için inkar etmiş.
Bir gün gazetenin icap eden yazılarından birini yazmakla meşguldük.Baytar dersanelerinden birine giımiş, kapıyı kapamıştık Kapı arkasında birkaç nöbetçi duruyordu.
Rıza Paşa’ya haber vermişlerdi. Sınıfı bastı.Yazılar masa üzerinde ve ön tarafta duruyordu. Görmemezliğe geldi.Ancak dersten başka şeylerle iştigal vesilesiyle tutuklanmamızı emretti. Çıkarken, “yalnız izinsizlik cezası ile yetinilebilir’ dedı. Sonra hiçbir ceza takibine lüzum olmadığını söyledi.” "70"
___________________________
70 -Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, s. 162.
S A Y F A - 178 -
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ VE KOLAĞASI MUSTAFA KEMAL
Mustafa Kemal 11 Ocak 1904 senesinde kurmay yüzbaşı olarak harp akademisini bitirdi.
“... Kendileri Erkan-ı Harb’in son sınıfına geçtikleri zamanlarda memlekette artık tahammül edilemeyecek bir hale gelen Sultan Hamid istibdâdına, ecnebi müdahalelerine, tazyik idaresine karşı içindeki isyankâr his gittikçe genişlemeye başlamış. Bu arada binlerce kişiden ibaret olan Mekteb-i Harbiye talebesine fıkirlerini, lazım gelen hareketlerini telkine ve bu süretle memleket idaresindeki fenalıkları tenkid eden kendi el yazısıyla hazırlanan bir gazete dahi çıkarmaya başlamış.
(. . .) Mustafa Kemal’in bu hareketleri yakından takip edildiği için nihayet bir gün Zülüflü İsmail Paşa’nın adamları tarafından tevkif edilmiş, üç ay hapis yatmış.
S A Y F A - 179 -
(...) Hapisten serbest bırakıldıktan sonra 1320 (1904)’de erkan-ı harp yüzbaşısı olarak mektepten çıkmış.
Yüzbaşı Lütfi Müfıt Beyle erkan-ı harp stajını yapmak üzere
yedinci orduya memur edilerek ordu merkezi olan Şam’a gönderilmişler.
Atatürk’ün kanaatine göre bu tayin bir nevi sürgün mahiyetindeimiş.”71“
1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi.
Bozok, anılarında,“Biz zannediyorduk ki Meşrutiyet bir gayedir.Fakat onu takip eden hırs, kin ve taassup ateşi memleketi anarşiye, çöküntüye götürüyordu” demiştir."72”
O günlerde İttihat ve Terakki’nin merkezi Selanik, İstanbul’dan gelen haberlerle esasen Meşrutiyet’in hiçbir şikayete yeterli olmadığını gösteriyordu.
Meşrutiyet’in vaad ettiklerinden biri askerliğin teknik ve tatbikat kısımlarındaki noksanlıkları gidermekti.Bu dönemde Erkan-ı Harbiye Kolağası Mustafa Kemal’in ordu zabitleri arasında ünü artmış, askerlik konusundaki ve memleket meselelerindeki fikirleri büyük-küçük rütbeli zabitler için en kıymetli görüş halini almıştı.
“1908 inkılabının muvaffak olmasında 1.derecede ordunun tesiri olmuştu.
İnkılabın ilk günlerinde ordu zabitlerinin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dahil olması tabii görünmüştü.Çünkü o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasî bir parti olmaktan çok, memleketi
_____________________
71 - Kılıç Ali, 1955, s.19-21. 72 S. Bozok-C. Bozok, 1985, s.146.
S A Y F A - 180 -
HOŞGELDIN ATATÜRK | 181
istibdat idaresinden kurtarmaya memur vatanî ve millî bir heyetten ibaretti.
(. . .) Mustafa Kemal Bey, Meşrutiyet inkılabının başlangıcında ve inkılap mücadelesinde kendisi de bu cemiyetin sonradan iltihak etmiş bir azası değil en sıkı devirlerinde çalışmış hakiki kurucularından biri idi.
(. . .) Ordunun cemiyetten alakasını kesmesi icap edeceğine dair olan kanaatini her toplulukta ve her muhitte tekrardan geri kalmıyordu. Orduyu siyasetten ayırmak ve onu devrin icap ettirdiği fenni gelişmeler ile kuvvetlendirmek ona bir ideal olmuştu.
(. . .) İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi, kendisi için hayati bir mesele saydığı bu işin bir kongre tarafından verilmesini iltizam etti.
(. . .) Kongre, Mustafa Kemal’in talakatı ve mantığı karşısında kararını verdi: Ordu İttihat ve Terakki ile olan alakasını kesecek.
(. . .) Artık Mustafa Kemal’in vücudu, cemiyetin varlığı için muzır görülüyordu.Onu izale etmenin çaresini aradılar. Aleyhinde suikast tertip ettiler ve O’na kurşun attılar. Tertipler muvaffakiyetsizliğe uğradı.”
1327 (1911) senesinde Erkan-ı Harb Kolağası Mustafa Kemal Bey hem Selanik’teki kolordu erkan-ı harbiyesinde (kurmayında) hem de 38. Alay Komutanlığı’nda vazife görüyordu.
(...) O tarihlerde Hadi Paşa Ordu Müfettişi (Sevr Anlaşması’nı imzalayanlardan) Hasan Tahsin Paşa Kolordu Kumandanı
(Selanik’i Yunanlılara teslim eden) 1907 Yunan muharebesinde adını işittiğim Enver Paşa da fırka kumandanıydı.
Mersinli Cemal Bey de müfettişlik (komutanlık) erkan-ı har-
S A Y F A - 181 -
182 , PROF.DR.HAYDAR BAŞ
biye reisiydi, kurmay başkanıydı.'73' Aynı günleri Cevat Abbas Gürer hatıratında anlatır:
“. .. Uzaktan bildiğim fakat bu zamana kadar tanışmak ve görüşmek fırsatından mahrum olduğum Lofçalı İsmail’in dostu 38. Alay Kurmay Vekili Kurmay Kolağası Mustafa Kemal gazinodan içeri girdi.Masamıza huzurlarıyla şeref verdiler.
İsmail 93 muhaciri bir ailenin çocuğu idi. Selanik’te doğmuş, büyümüş” , Mustafa Kemal ile aynı mekteplerde yetişmişti.
(. . .) Lofçalı beni kıymet vererek Mustafa Kemal ile tanıştırdı ve “bizdendir’ şümullü kelimesiyle takdimini bitirdi.
Zekası gözlerinden okunan ve enerjisi her cümlesinde canlanan bu genç erkan-ı harb zabiti alay kumandan vekili bizden çok dertli idi.
O, ordunun tamamıyla siyasetten çekilmesini, ordu kumanda heyetinin gençleştirilmesini hatta kendisi kurmay subay olduğu halde, bütün kurmay subayların imtihana tâbi tutularak tasfiyesini istiyordu.
(. . .) Memleketin politikacılarını devlet mesuliyetini ellerine alamadıklarından aciz görüyordu.
En ziyade affedemediği kusur yeni siyasî zümrenin başında gelenlerden birkaçının ilk günlerden itibaren entrika sellerine kendilerini kaptırımaları idi.
O, “Ordu siyasetten çekilmez ve gençleşmez ise Rumeli elimizden mutlaka gidecektir’ diyordu.
(. ..) Bu genç kurmay subayın sözlerinden bir yıl geçmişti.Kendisi Trablusgarp’ı kurtarmaya uğraştığı sırada idi ki, 66 zabiti geçmeyen halaskâr adlı bir askerî teşkilatın tehdidi karşısın-
________________________
73- S. Bozok-C. Bozok, 1985, s.145-150.
S A Y F A - 182 -
HOŞGELDİN ATATÜRK 183
da kalan, ayan-ı mebusan boyun eğdi, adl-ü isyan politikasına sadık hükümet düştü. Ve bunların akıbeti olarak Rumeli elimizden çıktı.'74'
Celal Bayar, hatıratında bu teklif konusunda şunu yazar:
“Ankara’da Atatürk’ün sofrasında bulunduğumuz sıralarda bizzat kendisi bu bahsi açmış:
“O zaman yapmış olduğum bu teklif tam mânâsıyla kabul ve tatbik olunmuş bulunsaydı, birçok felaketlerin önü alınabilirdi’ demişti.”75 ”
Aynı süreçte, Mustafa Kemal Selanik’te kumandanlıkları böyle kişilerin elinden kurtarmak, ordunun durumunu düzeltmek maksadıyla gizli bir cemiyet kurdu.
“. .. Cemiyetin ilk idare heyetinde (yönetim kurulunda) Nuri Bey (Nuri Conker), Fuat Bey (Fuat Bulca), Rasim Bey (Bilecik Mebusu), Mahmut Bey (Mahmud Soydan), Topçu Hamdi Bey bulunuyorlardı.
... Teşkilat bitmeden Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’dan gelen bir telgrafnamede Mustafa Kemal Bey’in acilen İstanbul’a izamı (yollanması) emrediliyordu.
...Mustafa Kemal Bey’in,Selanik’teki faaliyeti, Selanik’teki kıtaat (askeri birlik) üzerindeki nüfuzu bazılarını korkutuyordu...' 76'
Bu gizli cemiyeti kurmadan evvel, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin mensupları onu öldürmek için birini tutar.
_______________________
74 -Gürer, 2007, s.1 19-121.
75 -Bayar, 1955, s.15
76 -Salih Bozok-Cemil Bozok, 1985, s.151-152.
S A Y F A - 183 -
184 PROF. DR. HAYDAR BAŞ
“... Mustafa Kemal Bey, bir gün ordu Erkan-ı Harbiye Dairesi’ndeki vazifesinde meşgul olurken birdenbire odaya bir mülazım, Mustafa Kemal Bey’in konrgede ortaya attığı ve sonrada üzerinde ehemmiyetle durduğu “ordunun siyasetle alakasını kesmek’ tezi üzerinde kendisiyle uzun uzadıya görüşmüş.
Mustafa Kemal Bey kuşkulanmış, masasının çekmecesinde hazır bulunan tabancayı lüzumu anında kolaylıkla kullanabilmesi için çekmecenin gözünü usulcacık çekmiş ve mülazım efendinin sorduklarına bu şekilde cevap vermiş.
Mustafa Asım Efendi, hayret ve dikkatle dinledikten sonra;
“Mustafa Kemal Bey! Ben ne yazık ki, seni öldürmek vazifesi ile buraya gelmiştim. Anladım ki çok haklısın. Şimdi ben onları öldürmek isterim’ demiş ve gitmiştir.” '77'
Bu satırları okuduğunuzda, Mustafa Kemal Paşa’nın hayatının her döneminde vatan ve millet bağımsızlığının derdinde olduğunu ve hiçbir tehditten etkilenmediğini göreceksiniz.
Mustafa Kemal’in bağımsızlık fikrine bir örnek. ..
Bu şartlarda orduyu ve memleketi kurtarma hevesi ile Salih Bozok’a şunları yazmıştır:
“Salihciğim, Erkan-ı Harbiye-yi Umumiye 1. Şube’ye memur edildim...
Herkes birbirinden korkuyor. Abdülhamit devrinde olduğu gibi!
Orduyu, memleketi kurtarmak için çok fedakârane çalışmak lazım, başka çare yok.... "78"
______________________
77 -Kılıç Ali, 1955. s.27
78 -Kılıç Ali, 1955, s.153.
S A Y F A - 184 -
HOŞGELDİN ATATÜRK 185
Aynı azim ve kararlılıkla Deme’de müdafaalarda bulunmuş, 25-26 Nisan 1912’de Trablusgarp Savaşı esnasında, Ayn-ı Mansur Karargâhı’ndan gönderdiği mektubunu büyük bir asker edası ile;
“Vatan mutlaka selamet bulacak. Millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.
Derne Kuvvetleri Kumandanı M. Kemal” diye bitiriyordu. '79'
“İstanbul’a giden yüksek rütbeli bir kurmay subayı, merhum Mahmut Şevket Paşa’ya Mustafa Kemal’in faaliyetini kötü anlamlara büründürerek jurnal etmişti.
Telaşa düşen Nezaret de derhal Mustafa Kemal’i Yemen’e Asir Fırkası (tümeni) Kurmaylığına tayin etmişse ne adı geçen makam ne de Selanik garnizonuna bu nakil ve tayin işittirilmemiştir.
İstanbul’a varınca bu vazifeden vazgeçilmiş,Umumî Kurmay
Heyeti şubelerinden birinde masasız ve sandalyesiz bir memuriyete naklolunmuştu.
İtalya’nın, Garp Trablus vilayetimize ani hücumu ile hükümetten zorla izin alıyor ve Mısır yolu ile Tanin gazetesi muhabiri ' olarak Sirenaik’e (bugünkü Libya’dır) ulaşıyor.
Derne çöllerinde binbir mahrumiyet içinde, yerli askerlerle İtalyanları bir yıl şehirlerden dışarı çıkarmıyor. . .
Osmanlı’nın İtalyanlarla sulh akdi yaptığı sıralarda gene Mısır istikametinden anavatana dönüyor.
_____________________
79 -Kıııç Ali, 1955, s. 165.
S A Y F A - 185 -
186 PROF. DR. HAYDAR BAŞ
. . . İskenderiye’de vapur beklerken Balkan felaketini Öğreniyor. . . İtalya ve Romanya yollarıyla anavatana kavuşan Mustafa Kemal, düşmanı Çatalca ve Bolayır cephelerinde buldu.
Bolayır cehpesinde Bay Fethi Okyar’ın reis bulunduğu kuvvetlerin kurmay heyetinin harekât dairesine tayini tercih eden Mustafa Kemal, Balkan sulhune kadar Rumeli’nin istihlasına (kurtarılmasına) çalışanlar arasında Trakya’da muvaffakiyetli hareketler ifşa etmişti.
Balkan sulhundan sonra Sofya Ateşemiliterliği ile ordudan uzaklaştırılan Mustafa Kemal, umumi harbin başlaması ile vazife istemiş ve 19. Ordu Komutanlığı ile orduya dönmüştü.”80“
______________________
80 - Gürer, 2007, s. 123.
S A Y F A - 186 -
ÇANAKKALE ZAFERLERİNİ KAZANDIRAN İMAN GÜCÜ
Çanakkale savaşında yaşanan olağanüstü haller, tüm güçlüklere karşın kazanılan zafer dikkate alındığında; Ehl-i Beyt soyundan gelen bir liderin iman gücüyle verdiği mücadele fark edilir. Denilebilir ki bu savaş, O’nu Allah’a daha da yakınlaştırmıştır.
Yarbay Mustafa Kemal, bu savaşta 3. Kolordu Komutanı Mehmet Esad Paşa’nın emrinde savaşmıştır.
Onu meşhur eden, Arıbumu’nda Anzak (Avustralya ve Yeni Zellanda Kolordusu) birliklerini Conk Bayırı’nda durdurmasıdır.
Bu başarısı ile, 5. Ordu Komutanı Mareşal Otto Leman von Sanders tarafından takdir edilmiş, 1 Haziran 1915’te albaylığa yükselmiştir.
19. Fırka’ya Gelibolu’ya tayin edilmiş, Albay rütbesindeki Mustafa Kemal, generalleri dize getirmiştir.
S A Y F A - 187 -
188 PROF. DR. HAYDAR BAŞ
Bazıları, O’nun bu savaşlardaki sadece askerî dehasını öne çıkarmak isterler. Oysa, Çanakkale’de karşımıza çıkan, “Allah Allah” nidalarıyla şehit olmak için en ön safa koşan bir ordunun, Allah için savaşan bir askeridir.
Başka türlü yedi düvele karşı zafer söz konusu olabilir miydi?
Yaklaşık bir yıl süren savaşlarda, İtilaf Devletleri 252 bin kayıp verirken, Osmanlı Devleti 251 bin şehit vermiştir.
19 Mayıs 1915’te cepheye katılan 100 kadar İstanbul Tıp Fakültesi öğrencisi 3 saat içinde şehit düşmüştür. Fakülte 1921 yılına kadar mezun verememiştir.
Savaşta 57.Alay’ın tüm askerleri şehit düşmüştür.
En fazla şehit veren iller: Bursa 3274; Balıkesir 3003; Konya 2683; Kastamonu 2527; Denizli 2258 şehit vermiştir.
Mustafa Kemal, 28 Eylül 1915 ’te Çanakkale’ye gittikten sonra Salih Bozok’a şu mektubu gönderir:
“. .. Bilirsin ki bizim maksudumuz vatana büyük bir mikyasta arz-ı hizmet eylemektir.
Bir aralık canım sıkıldı. Emekli olup bir kenara çekilmeyi de düşündüm, olmadı. Şimdilik Cenab-ı Hakk’ın azametine sığınarak çalışıyorum."'81'
Anılarda, “havadaki ölüm kokusu, cesetlerin çürümeye başlayan kokularıyla karışır, kan kokusu tahammülü imkansız bir kesiflikte her yeri sarmıştır” diye anlatılır.
Bu şartlarda bizim askerimizin psikolojisini, 10 Ağustos 1915’te gerçekleşen Conk Bayırı taaruzunu anlatışında verelim:
_____________________
81 -S. Bozok-C. Bozok, 1985, s.l70.
S A Y F A - 188 -
HOŞGELDİN ATATÜRK 189
“. .. Bütün askerler, subaylar her şeyi unutmuşlar, bakışlarını, kalplerini verilecek işarete yöneltmiş bulunuyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz ve onların önünde tabancaları kılıçları ellerinde subaylarımız kırbacının aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırıyla ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde gökyüzüne yükselen bir sesten başka bir ses işitilmiyordu: Allah, Allah, Allah...” '82'
O’na dinsiz iddiasında bulunanlar, her taaruzdan önce askerlerine bizzat kendisinin, “Allah bizimle beraberdir ve bizi görmektedir. Haydi hücum Allah Allah!” emrini neyle izah ederler.
Ya da 1915 yılında yaptığı Mevlid Kandili hutbesini:
“İdrak şerefı ile övündüğümüz Mevlid-i Nebevî’yi, Hz. Risaletpenahinin vatan ve millet hakkında mütemeyyin ve mübarek olmasını Cenab-ı Hakk’tan tazarru eyler, yüce heyete tebrikler arzederim.” '83'
Çanakkale zaferleri, büyük bir manevî gücün eseridir. Askerin bu zaferi dillerinde “Allah Allah” lafzı ile kazandığı ortadadır.
“Saldırının sürdürülmesini emrettim.Düşmanla aradaki mesafe 700-800 metre idi. Bu sırada birinci taburdan Allah Allah nidaları işitildi. . .
Hemen şiddetle ilerlemeyi emrettim. Birinci taburdan yine bu sırada Allah Allah sesleri yükseliyordu.” ’84“
Mustafa Kemal’e ve askerlerine inanılması güç bir korkusuzluk veren de bu yüce maneviyattır.
_______________
82 - Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, s.447.
83 - Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.5, s.332.
84 - Atatürk’ün Bütün Eseleri, c.1, s.308.
S A Y F A - 189 -
Kendisi ise, Çanakkale’yi kazandıran yüksek ruh olarak tarif ettiği ve kendisi dahil tüm askerlere yansıyan bu manevî atmosferi şöyle ifade etmektedir:
“... Biz ferdî kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasını vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasındaki mesafemiz 8 metre. Yani ölüm
muhakkak, muhakkak.. .
Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulamamacasına kamilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor.Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir futur bile göstermiyor; sarsılmak yok.Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyor.Bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar.
Bu, Türk askeıindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir.Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”'85'
Üstelik askerler, içinde bulundukları zor durumda cesareti, Mustafa Kemal’in maneviyatından almaktadır.
Bir kumandanın askerlerine manevî güç vermesi; bu hakikaten büyük bir hadisedir.
Cepheden Meclis’e 24 yılını Atatürk ile geçirmiş Cevat Abbas Gürer, Mustafa Kemal’in vazifeye getirilmesi ile değişen manevi havayı anılarında şöyle anlatmaktadır:
“Bundan 24 yıl evvel Çanakkale’de idik.Bir ağustos gecesinin yarısına doğru Kolordu Kumandanı Kurmay Albay Fevzi’ye
___________________________
85 - Mustafa Kemal Atatürk, Anafartalar Hatıraları, Atatürk Kütüphanesi, Sel Yayınlan, İstanbul, 1955, s.24.
S A Y F A - 190 -
İşten el çektirilmiş ve yine o gece 19.Fırka Kumandanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’e mensup bulunduğum kolordunun kumandanlığı verilmişti.
(...) Düşman 48 saat içinde Anafartalar Suvla limanını teşkil eden küçük ve büyük Kemikli burunlarına, Kireçtepe istikametine ve Anzak vadisiyle Arıburnu’na mevcudu 60 bini geçen bir ordu çıkarmıştı.
26-27 Temmuz gecesi emir ve kumandasına girdiğimiz Mustafa Kemal günlerce ve aylarca evvel düşmanın Anafartalar’a çıkacağını görmüş ve görüşü de müspet olarak gerçekleşmişti.
(...) Yalnız Arıburnu’nda fırkasıyla düşmana göğüs geren Mustafa Kemal, ne Saroz’a ne de Edremit’e düşman ordusunun çıkacağını kabul etmemişti.
(...) Gerek kumanda vaziyetinde bulunanlar ve gerek O’nu yakından tanıyan arkadaşları, Mustafa Kemal’in bu isabetli görüşü ile O’nun askerî dehasının büyüklüğüne ikinci defa şahit oluyorlardı.
Atatürk bundan evvel de, Arıburnu’na düşmanın çıkacağını aynı veçhile anlamış ve hakikaten de öyle olmuştu.
O’nu Anafartalar kuvvetleri başında görmekle müsterih olan kalplerimiz Arıburnu kahramanı Mustafa Kemal’e tamamen bağlanmış, derhal maneviyatımız sağlamlaşmıştı.”86 “
Feraset, başarı ve iman Mustafa Kemal’de birleşmişti.
Gelibolu’daki müzede halen sergilenen ve Çanakkale muharebeleri sırasında parçalanan saati hakkında General Armstrong,o anı şöyle kaleme almıştır:
__________________
86 Gürer, 2007, S.69-7l .
S A Y F A - 191 -
192 , PROF. DR. HAYDAR BAŞ
“... Sabaha karşı 03.00’de Mustafa Kemal siperlerden çıktı,yürüyerek ilerledi. İngilizler ateş açtı. Bir kurşun saatini parçaladı fakat kendisine gene bir şey olmadı. Yaralanmış olsaydı, hücüm asla gerçekleşmeyecekti. Türklere zaferi kazandıran ve yarımada ile İstanbul’u kurtaran, eldeki bu bir avuç asker ile Mustafa Kemal’in olağanüstü kişiliği oldu.” '87'
Bu olağanüstü kişilik hakkında, O’nun yanında bulunan bir tanık şöyle diyor:
Şefik Aker anlatıyor:
“8/ 9 Ağustos 1915 gecesi bana 19. Fırka Komutanlığını teslim edip Anafartalar Grubu Komutanlığını idareye giderken, Atatürk benim sol yanımda idi. Ağzından çıkan bir fısıltı dikkatimi çekti. O’nun selamet ve başarı için Allah’a fısıltı ile niyazda bulunduğunu görmüş ve anlamıştım.” '88'
Leman von Sanders, Mustafa Kemal’i Anafartalar Grup Kumandanlığı’na getirmiştir,
9 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, 1. Anafartalar muharebesini başlatır.
“9 Ağustos’ta hem Conkbayırı muharebeleri devam edecek, hem de 1. Anafartalar muharebesi yapılacaktır.
2. Anafartalar muharebesi 21 Ağustos’ta yapılırken 3. muharebe Kayacıkağılı ya da Bomba Tepe muharebeleridir ve 27 Ağustos’ta yapılacaktır.”' 89'
10 Ağustos muharebeleri hakkındaki raporunda Ian Hamilton şunları yazıyor:
_______________________
87 - H. C. Amstrong, Bozkurt, Çev: Gül Çağalı Güven, Arba Yayınevi, İstanbul, 1996, s.47 .
88 - İsmet Görgülü, “Sesli Belgelerden Mustafa Kemal”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, cilt 4, sayı 11, Ankara, 11 Mart 1998
89 - Erol Mütercimler, Gelibolu 1915, 11. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2010, s.587.
S A Y F A - 192 -
HOŞGELDİN ATATÜRK 193
“Ağustos’un 10. Salı günü Türkler şafakla beraber Conk Bayırı’na büyük ölçekte bir taaruz yaptılar. Bu muharebe Conk Bayırı’nı tutmak için yapılan dört günlük savaşın en şiddetlisi olmuştur.
Zamanımız teknolojisinin hazırlamış olduğu silahların hepsini ellerinden atarak hasımları ile boğaz boğaza savaşan erlerimizin yanına generaller de katıldılar. General Collie, Cooper ve Baldwin bügün ölenler arasındalar.
Türkler birbiri ardınca “Allah Allah’ haykırışlarıyla gerçekten pek yiğitçe saldırdılar ve savaştılar.
(. . .) Resmî kayıtlarda, beş gün süren muharebelerde, iki tarafında ağır zayiat verdiğini ortaya koyuyor ama bu konuda kesin sayı verilemeyeceği de belirtiliyor. Türk tarafının toplam 20 bin (Kanlısırt’ta 2 bin, Conk Bayırı’nda 12 bin, Anafartalar’da 8 bin 400 ve 19. Tümen cephesinde 2 bin 600) olmak üzere iki tarafın toplam zayiatı 45 bini bulmuştur.” '90'
Siz hem gözlerinizin önünde vatan evlatlarının birbir şehit olduğuna şahitlik edeceksiniz, hem de diğerlerini savaşmak için moral olarak diri tutabileceksiniz; bu, imandan başka neyle izah edilebilir? Şöyle seslenir askerlerine:
“. .. Askerler, anamız bizi bugün için doğurdu. Düşman zayıf ve korkaktır. Tek bir tüfek patlatmadan yalnız süngünüzü kullanacaksınız. En ileride ben yürüyeceğim, acele etmeyin kırbacımı kaldırdığım zaman ilerleyeceksiniz. Beni takip ediniz” demiş ve yüzünü düşmana çevirmişti.
_____________________
90 - Mütercimler, 2010, s.608-609.
S A Y F A - 193 -
194 PROF. DR. HAYDAR BAŞ
Mustafa Kemal ilerlemiş kırbacını kaldırmıştı.
Bir an geçmemişti ki Türk bahadırları en önde giden kumandanlarını geride bırakmışlardı. Düşmana öyle bir saldırıyorlardı ki bu manzarayı görseydiniz gururla karışık coşkunuz sizi hem ağlatır hem de güldürürdü.
(...) Mehmetçiklerimiz mübarek vatanlarını kurtarmak için
Türk hamaset volkanının lavları olmuşlar, düşmanın üzerine yığılıyorlardı.” '91'
Mustafa Kemal’in hayatı ve savaşları dikkate alındığında, Türklük ve Müslümanlık üzerine büyük bir ölçü sahibi olduğu görülür. Bu ölçüsü telgraflarında, nutuklarında,hayatında örneklenir.
Yıllar sonra Anafartalar cephesinde kazandığı zaferi, işgal devletlerine karşı gururla hatırlatır:
“. .. İtilaf Devletleri kumandanlarının şerefine sarayda bir ziyafet verilmiş. Bu ziyafete bütün Fransız, İngiliz, İtalyan, Yunan
kumandanları ile bizim Paşa ve kumandanlardan bazıları da davet edilmiş.
İtilaf Devletleri kumandan ve generalleri bu davete büyük üniformaları ile iştirak etmişler. Bizimkiler ise, küçük üniforma ile gelmişler. '
Yalnız Mustafa Kemal Paşa, büyük üniformasını giyerek gelmiş, icap edenlerle selamlaşıp, ayak üzerinde kısaca görüştükten sonra, işgal orduları başkumandanının masasına karşı bir masaya yerleşmiş.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu davete büyük üniforma ile işti-
____________________
91 - Gürer, 2007, s.81.
S A Y F A - 194 -
HOŞGELDİNATATÜRK 195
rak etmesi derhal İngiliz başkumandanının nazar-ı dikkatini celp etmiş;miralay rütbesi taşıyan başyaverini çağırarak ona bir emir vermiş.
Bu başyaver aldığı emri ifa etmek için derhal Mustafa Kemal Paşa’nın önüne gelmiş; dimdik durup bir resmi tazim ifa ettikten sonra, “Galip ordular kumandanları şerefine verilen bir ziyafette, mağlup bir memleket ordusuna mensup bir generalin büyük üniforma ile bulunmasının doğru bulunmayacağı, başkumandanımdan telakki ettiğim emre binaen zat-ı alilerinize arza mecbur oluyorum’ demiş. O anda, koca salonda ses seda kesilmiş; bütün gözler Mustafa Kemal Paşa’ya çevrilmiş. .. Mustafa Kemal Paşa söylenen sözleri büyük bir dikkatle dinledikten sonra, ağır ağır gayet fasih, her taraftan duyulacak ve işitilecek derecede berrak bir sesle şu cevabı vermiş: “Yaver efendi, başkumandanınıza tebliğ ediniz ki, bu salonda resmi üniforması ile oturan Mustafa Kemal Paşa, mağlup edilmiş bir kumandan değildir!
Kendileri de bilirler ki, Mustafa Kemal Paşa, Anafartalar’da İtilaf ordularını mağlup etmiş, her yerde olduğu gibi burada da üniformasını taşımak hakkını ihraz etmiştir.’
O anda salonun her tarafından sürekli bir alkış kopmuş, yüksek sesle söylenen bu sözleri işiten İngiliz başkumandanı herkesle beraber bu hakikati kabul ederek kadehini kaldırmaya mecbur olmuş.” 92'
Müthiş bir iman gücü. ..
Mustafa Kemal, tek bir Müslüman ülkeye karşı savaşmamış,
Hıristiyan Batı’ya karşı Müslüman Türk’ü yüceltmek için mücadele vermiştir.
______________________
92 - Gürer, 2007, s.224-225.
S A Y F A - 195 -
HOŞGELDİN ATATÜRK 197
ÇANAKKALE’DE OLAĞANÜSTÜ HALLER
Mustafa Kemal’in hayatında çok önemli bir yeri olan Çanakkale muharebelerinde yaşanan ve pek çok kişinin şahitlik ettiği olağanüstü haller ile yine birçok kişinin gördüğü yeşil sarıklıların yardımı konusu O’nun üstün maneviyatının ifadesidir.
Allah’a inanmayan birine böyle bir manevî yardım gelebilir mi?
Savaşın çetinliğine dikkat ediniz: Tarih: 3 Kasım 1914...
Aşağıda birkaçına yer verdiğimiz Allah’ın yardımının delili mucizeler ancak büyük bir iman sahibi kumandana gelebilir. ..
Elbette yaşanılan ve pek çok askerin şahit olduğu en büyük olağanüstü hal, bulutun içerisinde yok olan İngiliz taburudur.
S A Y F A - 197 -
198 PROF. DR. HAYDAR BAŞ
Yeni Zelanda keşif birliği 3.takımından olan R. Reichart, K Newnes, J . L. Newman adlı askerlerin, emekli asker lokalinde anlattıkları şöyledir:
“... Birkaç yüz kişiden oluştuğunu sandığımız İngiliz alayı First Fort Norfolk’un bu çökmüş yolda ve dere boyunca 60. tepeye doğru ilerlediklerini fark ettik. 60. tepedeki birlikleri takviye gidiyor gibiydiler. Ancak söz konusu buluta ulaştıklannda hiçbir çekince göstermeksizin doğrudan doğruya bulutun içine yürüdüler. Fakat sonunda 60. tepe üzerinde yayılıp savaşmak üzere kimse ortaya çıkmadı. Bir saat sonra yürüyüş kolundaki son askerlerde bulutun içerisinde kaybolduktan sonra aynı bulut ya da sis yavaşça yükselmeye başladı ve raporun başında belirttiğimiz gibi diğer bulutların yanına katıldı.
Tüm bu süre zarfında bu bulut grubu aynı yerde kalmıştı ve o tuhaf yer bulutu kendi düzeylerine yükselir yükselmez hepsi birlikte Trakya’ya doğru ilerlemeye başladılar. Kırk beş dakika içerisinde de kayboldular.”
Bu konu, “Sandringham bölüğü yok oldu” “Sandringham taburu yok oldu” veya “Sandringham alayı yok oldu” şeklinde başlıklarla yerel gazete makalelerinde yer bulmuştur.
Bayram namazının kılınışındaki olağanüstü hal de çok enteresandır.
1915 yılının Temmuz ve Ağustos aylarına rast gelen Ramazan ayının tamamını oruçlu geçiren Mehmetçiğin bayram namazını kılması:
“Gelibolu’da oturmakta idim. Çanakkale’de 9.Tümen teşekkül edince gönüllü olarak kıtaya kaydoldum. Savaş ilerledikçe din görevlilerinin yerleri de belirsiz olmuştu.
S A Y F A - 198 -
HOŞGELDİN ATATÜRK 199
Bizim gibi gençler o zaman 28 yaşındaydım savaşın içinde görev yaparken, yaşlılar sargı yeri ve hastanelerde görev ifa ediyorlardı.
Ben Seddülbahir cephesinden savaş bitinceye kadar hiç aynlmadım.
Miladi 1915 yılında Ramazan 13 Temmuz Salı günü başlamış,
11 Ağustos Çarşamba günü bitiyordu. Arefe günüydü, cephe kumandanı Vehip Paşa beni çağırdı. “Hafız, askerin bir talebi var. Yarın Ramazan bayramı, sabahleyin hep beraber bayram namazı kılmak istiyorlar. Eratın toplu halde bulunmaları tehlikeli ve düşman için bulunmaz bir fırsattır.Tekliflerini kabul etmedim.Sen de münasip bir dille anlatırsın’ dedi.
Paşa’nın yanından ayrılmıştnn ki, zamanın ulularından gözü gönlü Hak adına bağlanmış ârif, zarif bir zat çıktı karşıma, bana dedi ki: “Sakın ola ki erata bir şey söyleme, gün ola hayrola! Allah ne derse o olur.’
12 Ağustos Perşembe günü Ramazan bayramının sabahı erken kalktım.Türk askerleri, bayram namazını mutlaka eda edeceklerdi. Aynı göle dökülen sular gibi Allah sevgisinde birleşen yüzlerce asker de ayakta idi.
Hak katında birlikte secdeye varacaklardı. Hep beraber başımızı göğe kaldırdık, beyaz bulutlar göründü.
Biraz sonra da bu bulutlar yere çöktü.Herkes Allahuekber deyip yüzlerini toprağa sürdü. Hepimizin içinde ince bir huzur çöreklenmiş ve Yüce Allah bizi bulutlar arasında görünmez hale getirınişti.
Bir gün önce karşıma çıkan kişi askerin Önünde imam olarak
S A Y F A - 199 -
200 PROF. DR. HAYDAR BAŞ
duruyordu. Sonra, Hazret-i Kur’an’dan Fetih süresinin 1 ’den 9’a kadar ayetlerini okudu. Sonra iki rekat bayram namazı eda edildi. Namaz bitiminde yüzlerce asker hep birden la ilahe illallah Muhammedür-Resülullah sözlerini devamlı tekrarlıyorlardı.
Sonra kısa bir sessizlik oldu ve arkasından düşman siperlerinden yükselen Allahuekber Allahuekber sesleri bize kadar bir uğultu şeklinde geldi.
Daha sonra öğrendik ki, İngiliz sömürgesinin Müslüman askerleri, Türk askeri karşısında savaştıklarını duyunca isyan etmişler ve derhal geriye alınıp cepheden uzaklaştırıldılar.” '93'
“15 Temmuz sıcak bir yaz günü, bir taraftan düşmanın ateşi, öte yandan güneşin harı kavurur yarımadayı. .. Mehmetçiğin en büyük ihtiyacı su olur o günlerde. Cepheye yeni sevk edilen bir bölük asker, Bigalı köyüne doğru yola çıkarılır.
Askerlerimize susuzluğun harareti tam çökmek üzeredir ki, yolun sol tarafında sakallı bir dede seslenir onlara: “Gelin evlatlarım, soğuk su vereyim. Gelin doldurun mataralarınızı.’
Koşarlar o tarafa doğru geri kalıp susuz kalmamak için gizli br yarış başlar aralarında. Bir de bakarlar ki çeşme akmıyor.
(Bu çeşme halen var olup haziran gelince suyu kesilir).
Dedenin elinde toprak testi vardır ama o da taş çatlasa 10-15 litre su alır. Hiç 300-400 kişiye ufacık testinin suyu yeter mi?
Kaşıkçı Dede, “Acele etmeyin yavrularım, için kana kana, doldurun mataralarınızı’ der. Ladikli Ahmed Efendi hiç acele etmez ve hep en sonu bekler. Anlaşılan haberdardır bazı şeylerden. Nihayet herkes matarasını doldurur ama su bitmez.
_________________________
93 - Ali Kuzu, Mahşerin Kanlı Çiçekleri: Çanakkkale, Yılmaz Kitabevi, İstanbul, 2015, s.154-156.
S A Y F A - 200 -
HOŞGELDİN ATATÜRK 201
Ahmed dayanamaz sorar: “Dede senin adın nedir?’ “Kaşıkçı Dede derler evladım bana. Kilitbahir köyünde oturururum. Evladım cephede yaralanırsan matarandaki sudan döküver yarana. Biiznillah şifa bulursun’ der. Ahmed bu sözü unutmaz ve matarasındaki suyu saklar.
Bir müddet sonra arkadaşlarıyla beraber yaralanır, aklına mataradaki su gelir, döker kendi ve arkadaşlarının yaralarına; şifa bulurlar.
Çok geçmeden bir daha yaralanır ancak yarası ağırdır su da bitmiştir. Eceabat’taki vapur hastaneye getirilir.
Biraz iyileşince, Soğanlıdere’deki asker ağabeyini ziyaret etmek üzere bir günlük izin alır. Ağabeyinin şehit olduğunu öğrenir. İçinde fırtınalar kopar ve o duygularla dönerken Kilitbahir köyüne uğrar. Kaşıkçı Dede’yi sorar birkaç kişiye.“Yüzlerce yıl önce yaşamış bir evliyanın kabri var. Biz ona Kaşıkçı Dede deriz’ derler. O mübarek Allah dostunun kabrini gösterirler.” '94'
Mustafa Kemal, her yıl Çanakkale şehitleri için Mevlid okutmuştur.
__________________
94 - Kuzu, 2015, s.156-157.
S A Y F A - 201 -
|