14. BÖLÜM ATATÜRKÜN HUTBELERİ



ATATÜRK, DÖNEMİNDE CAMİLERDE OKUTULMAK ÜZERE TÜRKÇE BİR HUTBE KİTABI YAZDIRMIŞ'TIR
“... Aradan bir zaman geçtikten sonra bir başka seyahatinde yine bir camiye gidilmişti. Burada da bazı cahil vaizler birtakım uydurmaları saf halka nakledip duruyordu. .. Mustafa Kemal ayağa kalkmış, “Efendiler,camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın, yatıp kalkmak, saçma sapan konuşmak için yapılmamıştır.
Camiler, itaat ve ibadetle beraber, din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek için kurulmuştur.
İşte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklâl için bilhassa hakimiyetimiz çin neler düşündüğümüzü meydana koyalım’ demiş ve hocalara örnek olacak şekilde Türkçe vaazda bulunmuştur.”425 ”
Atatürk hurafelere, yobaz takımına, dinin alet edilerek saf halkın kandırılmasına karşıdır.
_____________________
▪425 :Kılıç Ali, 1955, s.58.
_________________________ 
1926 senesinde “Hutbe Hocası” isimli eser yayınlanmış, bunun içerisinde Atatürk’ün adının da geçtiği dualar yazılmıştır.
Mesela;
“Fecr Süresi. ..
Aziz Müslümanlar!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak geceleyin seyr ü sefer edileceğini bildirmiştir.Manevî karanlıkları ancak Allah-u Teâlâ giderir. Bizim için büyük bir nimet olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı
ve İsmet Paşa’yı ancak Allah yetiştirdi.Onlar ile Türk ve Müslüman topraklarını aydın ve temin etti. Harp planlarını hazırlamayı o aslanlara nasip etti.
Binaenaleyh, onlara o secianede teşekkür, Allah-u Teâlâ Hazretlerine teşekkür etmektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya durdukça dursun. Cenab-ı Hak, Gazi Mustafa Kemal Paşa’mızı, ektar-ı maneviye ve maddiyeden masun ve mahfuz eylesin. Amin” 426
Atatürk’ün isteği üzerine dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi tarafından hazırlanan bu Türkçe Hutbeler kitabı, ilk baskısını 1928 senesinde yapmıştır.
Vefatından sonra ortadan yok edilen kitap, 2005 senesinde Emine Şeyma Usta tarafından Türkçeleştirilerek tekrar bastırılmıştır.
İçinde, Allah inancı, Kur’an-ı Kerim, Peygamber sevgisi, ibadet ve güzel ahlâk üzerine 51 hutbe vardır.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆679 ☆

HUTBE: ALLAH’A KULLUK VE HAMD
“Bismillahirrahmanirrahim...
(1-2-3) (Hamd ü senâ) OAllah’a mahsustur ki âlemlerin Rabbidir; esirgeyendir, bağışlayandır, ceza gününün mâlikidir.
(4) Kulluğu yalnız Sana ederiz, yardımı da ancak Senden dileriz.
(5-6-7) Bizleri doğru yola, gazaba uğrayanların, sapıkların yoluna değil, kendilerine in’am ettiklerinin yoluna götür.
Ey cemaat-i Müslimin!
Bütün âlemleri, görülen görülmeyen, bilinen bilinmeyen, her çeşit yaratığı yaratan yalnız Cenab-ı Allah’tır. Allah-u Teâlâ Haz
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆680 ☆
retleri bizleri topraktan, bir damla sudan insan haline getirmiş; akıl vermiş, fıkir vermiş, kudret ve irade vermiş; göz kulak, el ayak gibi sayısız nimetler ihsan etmiştir. Bunları iyilerede vermiş, iman etmeyenlere de! Bu nimetleri verirken hiçbirini ayııt etmemiştir.
Ancak bilmiş olunuz ki; akıl, irade, ihtiyaç sahibi olarak yarattığı insanlara sonraki nimetleri bir değildir. Onlara vereceği nimetleri gayret ve çalışma kanununa bağlamıştır.
Dünyada çalışan kazanır ve çalıştığının karşılığını alır. Çalışmayanlar da tembelliğinin cezasını muhakkak görür. Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ Hazretleri âhirette vereceği nimetleri de herkesin gayretleri ve çalışmasına göre verecektir.
Kullarına iradelerinin sarf ettikleri kâmil iman ve güzel amele göre âhirette mükâfat olarak bağışlayacak ve ihsanda bulunacaktır. Dünyada hayır işleyen, iyi ve güzel işlerle uğraşlarda bulunanlar âhirette Allah’ın nimetlerine kavuşacaklar, mükâfatını da göreceklerdir. Salih işleri olmayanlara âhirette nimet de yoktur.
Cemaat-i Müslimîn!
Mademki her şeyi yaratan, terbiye eden kemale erdiren ve öldüren yalnız Cenab-ı Allah’tır. Mademki Rüz-ı Ceza’nın, hesap gününün tek sahibi de O’dur; âhirette herkes yaptığı işe göre ya mükâfat görecek ya da suçunun karşılığı ceza ile karşılaşacaktır. Öyleyse hamd ve şükür yalnız Allah’adır.
Bize sayısız nimetleri bol bol veren Allah’ımıza daima hamd ve şükür etmek, daima ibadet ve taatte bulunmak ve hiçbir zaman O’nun emirleri haricine çıkmamak en önemli vazifemizdir. Buna aykırı hareket etmek hem nankörlüktür, hem de dünya ve âhirette çok ağır cezayı gerektirmektedir. Yaratıcımıza karşı kul-
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆681 ☆
luğumuzu böyle göstereceğiz.
Dünyada ve âhirette kurtuluş için yapın dediklerini yapacağız. Şunu da biliniz ki; bir mü’min yalnız Allah’ına kulluk eder, yalnız Allah’ından yardım ister. Başkasına kulluk etmek, taşlardan ağaçlardan medet ummak, bunlara yüz göz sürmek en büyük şirktir. Bunu böylece kalbinize yerleştiriniz ve Cenab-ı Hakk’a şu şekilde dua ediniz:
Yâ Rab! Bizlere doğru yolu, nimetine eren, gazabına uğramayan, azıp sapmamış olanların yoluna sok; bize hidâyet et. Azıp sapmış, olanların gittikleri yola sapmaktan bizleri koru.
Cemaat-i Müslimîn!
Her namazda okuduğumuz Fatiha süresi işte bize bu gerçekleri, bu söylediklerimi öğretmekte ve bunları daima bizlere hatırlatmaktadır.
Al-i İmran, 20: Onlar sana karşı çal çene ederlerse kendilerine, “Ben, bana tâbi olanlar ile beraber kendimi Allah’a teslim ettim.’ Kitaba nail olanlar ile ümmilere de “İslâm’ı kabul ettiniz mi’ dersin. Eğer İslâm’ı kabul ederlerse onlar doğru yolu bulmuşlar demektir. Şayet yüz çevirirlerse Sana düşen yalnız risaleti tebliğdir. Allah kullarını görür.” 427

▪HUTBE: 2
▪VATAN MÜDAFAASI
“Enfal, 60: “Onlara(düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, çünkü onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız. ’
Cemaat-i Müslimîn!
Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerîm’inde ve şimdiki âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Düşmanlarınıza karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayınız! ’
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆684 ☆
Bu âyet-i kerime biz Müslümanlara daima hazırlıklı bulunmanın lüzumunu hatırlatıyor. Memleketin, istiklâlin, şeref ve namusun nasıl muhafaza edileceğini gösteriyor.
Mülkü muhafaza etmek için hem düşmana karşı, hem de düşmanlığı açık olanları değil, açıktan dost görünüp de içinden düşman olanları da hesaba katın, bunların hepsini korkutacak, hepsini sindirecek, hepsinin gözlerini yıldıracak kuvvet hazırlayın diyor. Öyle ise, bu uğurda var gücümüzü, var kuvvetimizi sarf etmek, üzerimize farzdır. Bu hususta ne kadar çalışır, ne kadar emek verirsek o nispette faydasını görürüz. Emeklerimiz kesinlikle boşa gitmez.
Din kardeşlerim!
Dikkat ediniz ki, Cenab-ı Allah bir taraftan kuvvet hazırlayın diye bize kesin bir emir veriyor; diğer taraftan o hazırlanacak kuvvetin ne olduğunu belirtmiyor. Öyleyse hazırlayacağımız kuvvet nedir?
Kılıç mı, kalkan mı, ok, yay, süngü mü, top ve tüfek mi, denizaltı mı, tayyare mi, zırhlı mı, şarapnel mi? Bunun ne olduğunu söylemiyor. Bu kuvvetin derecesini miktarını ve nasıl olacağını, takatin müsaadesine, zamanın gereklerine, hücumundan korkulan “düşmanların haline’ bırakıyor. Bununla düşman ne çeşit kuvvet hazırlıyorsa, zamanın son sistem harp kuvvetleri ne ise, düşman ne ile korkutulacaksa, siz de bütün gücünüzü harcayıp o kuvveti hazırlayın diyor.
İşte Allah kelâmı böyle olur, böyle taklit edilemez ve böyle mânâlı olur. Allah-u Teâlâ Hazretleri biliyor ki: Her zamanın âletleri bir değildir. Onun için mutlak olarak, düşmanı korkutacak, kuvvet hazırlayın buyurmuştur.
Peygamberimiz (sav) Hazretlerine buradaki kuvvetten sor
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆685 ☆
muşlar:
"Yâ Rasülallah’ demişler, “Allah, kuvvet hazırlayın diyor, kuvvetten maksat nedir?’
Efendimiz üç defa buyurmuşlar ki: “Kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır.’
Ama neyi atmak? İşte onu da zamanın ve şartların gereklerine
bırakmışlar, her zamana göre bir silah vardır. Kuvvet o silahı kullanmaktır.
Öyle ise ey cemaat-i Müslimin!
Dinimizi, memleketimizi, istiklâlimizi, şerefımizi ve namusu muhafaza etmek için her zaman kuvvetli bulunmaya mecburuz. Gücümüz kuvvetimiz yettiği kadar çalışmak vazifemizdir.
Düşmanın ne çeşit kuvveti varsa, zamanın muharebeleri neyi gerektiriyorsa, onları hazırlamak, bunun için her fedakârlığı göze almak üzerimize farzdır. Bize yakın ve uzak milletler neye önem veriyorlarsa biz de onlara önem vereceğiz. Vatan müdafaası için ne silah hazırlıyorlarsa onları biz de hazırlayacağız.Topa topla, uçakla karşı duracağız.Kitabımız, Peygamberimiz bu şekilde emrediyor.
Zamana göre düşmanı yenebilecek, memleketi düşman hücumundan koruyabilecek kuvveti hazırlayın diyor.
Kısaca, düşmanlara icabında haddini bildirecek ne ise onu kesin bir kararlılık ile elde etmeye çalışmak ve bu uğurda hiç yılmamak hem de düşmandan daha fazla sebat göstermek lazımdır. Başka şekilde ne dünyada rahat yüzü görürüz ne de âhirette kurtuluşu buluruz.” 428
__________________________
▪428 -Usta, 2005, s.23-26.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆687 ☆
İMAN VE AMEL
“Ankebüt 1-3: “Elif, Lâm, Mim.
Nâs meşakkat ve mihnete düşmeksizin mücerred iman getirdik demekle bırakılacaklar mı sandılar? Onlardan evvelkilerini de mihnet ve meşakkate uğratmıştır. Allah elbette sadıkları da bilip, kâzipleri de bilir. Ona göre ceza verir. ’
Ey cemaat-i Müslimîn! Pekâlâ, bilirsiniz ki, bir kimse şehadet getirmekle Müslüman olur.
“Lâilaheillallah Muhammedün Resülullah’ demek süretiyle Müslümanlardan sayılır. Lâkin şunu da bilmiş olun ki, o Keli-
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆688 ☆
me-i Şehadeti sadece ağzında gezdirip bir türlü gönlüne indiremeyenlerin de sonlarından korkulur.
O Kelime-i Tevhidin gösterdiği yolu tutmayanların da imanı daima tehlike altında bulunur.Çünkü sadece şahadet getirmekle, sadece bir kere iman etmekle iş bitmez. Marifet o imanı daima muhafaza etmekte, âhirete de o inanç ile gitmektedir. Böyle olursa insan kurtuluşu bulur.
Uygulamasız bir iman açıkta yanan bir kandile benzer. Hafif bir rüzgâr bile onu söndürür. O kandil güzel bir fenerin içine konulursa artık hiçbir tehlike kalmaz.İşte imanı böylece ibadetlerle, iyi işlerle daima muhafaza ederseniz kimse sizin imanınızı çekip çalamaz. Siz kendi imanınıza sahip olmazsanız, iyi amellerde bulunmadığınız gibi gece gündüz fenalık içinde yüzerseniz, gitgide gönlünüz kararır, imanınız zayıflar. Günün birinde O devlet kuşu başınızın üstünden uçar gider de haberiniz olmaz.
O vakit sizin önceden getirdiğiniz şehadetler neye yarar. O kuru Müslümanlık davasının ne faydası olur?
Siz şehadet getirmekle Allah’ın bir, Peygamberin hak olduğuna inandığınızı ilan ediyorsunuz. Hâlbuki böyle iman eden, Allah’ın inanmış lâkin hiç emrini tutmamış, yapma dediğini de yapmış. Bu, imanın çürüklüğünden gelmez mi? Böyle hafıf iman insanı cennete kadar nasıl götürür?
Bunun için ey Müslümanlar!
Sakın yanılıp da Müslümanlığı sadece şehadet getirmekten ibaret zannetmeyin! Yalnız Allah bir, Peygamber hak dernekle kurtuluruz diye güvenip yatmayın!
Biliyorum; “Lâilaheillallah’ dediniz. Cennet anahtarını bir defa koynunuza koydunuz.Ama cennet nerede? Cenneti bir bulsanız bir cennete varsanız, kapısını açıp girebileceksiniz. Anladik! Ancak cenneti aramak, bulmak lâzım!
Cennet yolu pek uzak, pek dolaşık, çok çapraşıktır. Cennete gitmek için yürümek, yorulmak, koşmak, atılmak ister. Azık ister, ışık ister. Bunlarsız yola çıkarsanız, ya bir çukura tekerlenirsiniz. Veya kendi kendinizi hırsıza, haramiye, eşkıyaya kaptırırsınız. Sonra ne siz kalırsınız, ne de cennetin anahtarı. İşte bunu böyle bilin de ona göre davranın!
Fırsat eldeyken kurtuluşu bulmanın çaresine bakın. Bu da çalışmak, çabalamak, emek vermek süretiyle olur.Ekmek bile çiğnenmeden yutulmaz. Hiç cennet tembellikle ele geçer mi? Hiç insan ekmeden biçer mi?
Kendilerine lafla kabul ettirmeyle ilimi, bilimi aramadan, çalışmadan ne dünya ne de âhiret güzelliği beklenemez. Her şeyde emek vardır. Emeksiz kazanılmaz.
Çalışma çabalama; temizlik nedir, taharet nedir bilme. Hak tanıma, hukuk gözetme; küçükleri çiğne, büyüklere hürmetsizlik et; her kötülüğü yap, her fenalığı işle. Bu hangi dinde vardır. Bu öğüdü sana kim verdi, bu aklı sen kimden öğrendin?
İslâmiyet diyor mu ki, sen tembel tembel otur, sakın yorulma, üzülme. Canın isterse kumar oyna, hayırsızlık et, sarhoş ol, âlemin malına, ırzına göz dik, her fenalığa dal, her renge boyan, hiç pişman olma, tövbe etme.
Sadece Allah bir, Peygamber hak de, ben seni kaptığım gibi doğruca cennetin ortasına götürürüm, artık cennet de senin. Bunlar dine de, insanlığa da ihanettir. Hangi kitapta böyle yazar.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆690 ☆
Dinimiz, Peygamberimiz böyle mi yol gösteriyor? Hâşâ ve asla! Ne din öyle der, ne de öyle yol gösterir! Din, “çalışın, çabalayın’ diye kıyamet koparıyor, Peygamber, insanları tembellikten kurtarmak için söylemedik söz bırakmıyor. Bu böyle iken nasıl olur da yorulmadan, yolunda bulunmadan adama birden bire cennet verilir. Hiç sadece lafla iş biter mi? Hiç sadece konuşmakla borç ödenir mi? Hiç emeksiz yemek olur mu?
İşte bunu iyice bilin ey Müslümanlar! Yalnız bir kuru imana güvenmeyin! Daima çalışın, yorulun; yolunda bulunun! Dininize ve dünyanıza dört elle sarılın! Allah’ın emrini tutun!
Peygamberin gösterdiği yoldan gidin! İmanınızı daima iyiliklerle, ibadetlerle koruyun! Böyle yaparsanız cennete girip kurtuluşa erersiniz. Korumasız imanla, çivisiz tahtaya güvenenin eli koynunda kalır.
Asr, 1-3: Asr’a yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”429

HUTBE 9: NAMAZIN HİKMETİ
“Bakara 238: “Namazlara (özellikle) orta namaza (ikindiye) devam edin. Saygı ve bağlılık içinde Allah’a kulluk edin.’
“Namaz dinin direğidir’ hadisinde izah edildiği üzere en büyük ibadet Allah rızası için kılınan namazdır. Ancak biz Müslümanlar bu namazı hakkıyla kılamıyoruz. Zira bunun da şartı, dürüst olmak, haramlardan kaçmak, güzel ahlâklı olmaktır. Kendisinde bu vasıflar bulunmadığı halde namaz kılan kimse gerçek
mânâda muhsinlerden olamaz.
Ey cemaat-i Müslimîn!
Bilmiş olun ki, bu dünyada her kötülük Allah’ı unutmaktan çıkar. Her türlü fenalık, Cenab-ı Hakk’ı düşünmemekten ileri ge -
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆692 ☆
lir. Allah’ını unutandan korkulur.
Çünkü öylesinden her şey umulur. İnsanoğlu bir kere Mevlâsını unutmasın, artık bir daha onun önüne geçilmez. Öyle bir insan kendi keyfinden, kendi çıkarından başka bir şey düşünmez.Canı ne isterse onu yapar. Gönlü neyi arzu ederse onu elde etmeye bakar. Hak gözetmez, hukuk tanımaz. Başkalarının kârını, zararını aklına bile getirmez.Fırsat bulunca, kabahatinin meydana çıkacağını aklı kesince, yapacağını yapar. Elinden geleceği şeyde asla kusur etmez.
İşte insanların bu hale gelmemesi için, herkese Allah’ını unutturmamak, herkesin göğsüne âdeta bir bekçi koymak lâzımdır. Bu da olsa olsa ancak namazla gerçekleşebilir. Çünkü namaz, insanın kötülük yapmasına engel olur. Namaz insana Mevlâ’sını unutturmaz. Namaz insanı çeker çevirir. Biraz düşündürüp kendine getirir.
Namaz insanı Hakk’ın divanına sokar. Daha doğrusu her zaman Allah’m huzurunda bulunduğunu insanın zihnine koyar. Yirmi dört saatte hiç olmazsa beş kere dünya işlerini bırakıp Allah’ın divanına durmak az şey değildir.
Böylece sürekli Mevlâ’sını unutmayan kimse asla kötülük yapamaz. Böyle bir kimseye dünyanın hazineleri bile bırakılsa hıyanet etmesi, ona el sürmesi mümkün değildir.Çünkü o daima huzurda bulunur. O daima kendini Allah ile görür.
Artık böyle olan bir kimse, bir kere böyle dereceyi bulan kimse, âlemin malına, canına, ırzına, namusuna hiç göz diker mi? Hiç öyle fena şeylere tenezzül eder mi? Hiç öyle adilikleri kendine yakıştırırmı?
Gördünüz mü ey cemaat, namazın büyüklüğünü? Bu ilim di-
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆693 ☆
ninin tevekkülünü insanlara bildiriyor. Bu şey boşuna mı ki Cenab-ı Hakk bize; “Namaz kılın’ buyuruyor? Namazın ne olduğunu bilmeyenler, işin zevkine iyice varamayanlar, namazı sadece yatıp kalkmaktan ibaret sanıyorlar.
Bilmiyorlar ki namaz, insanı melekleştirir. Namaz,insanı Mevlâ’sı ile birlikte bulundurur. Dünyada bundan daha büyük bir ibadet bulunamaz. Dünyada bundan daha büyük gönül sefası bulunamaz, İşte siz de namazı böyle bilin.
Siz de namazın zevkine böyle varın. Müezzin "Allahüekber’ dediği zaman, hemen kendinize gelin. Elinizi eteğinizi dünyadan çekin. O sırada iş, uyku, soğuk-sıcak demeyin, hemen namaza kalkın.
Hiç bir şekilde namazınızı geçirmemeye gayret edin. Elinizden gelen itinayı gösterin öyle baştan savma namaz kılmayın. Kalıbımızı secdede bırakıp aklınızı ve fikrinizi orada burada gezdirmeyin. Sadece vücudunuza değil, gönlünüze de namaz kıldırın. Gönülsüz kılınan namazdan fayda çıkmaz. Öyle kılınan bir namaz, insanı Allah’ın huzuruna çıkaramaz.
Bir insan kırk yıl böyle namaz kılsa, ne gönlü yumuşar, ne ahlâkı düzelir, ne de ruhu zevk alır. Bunun için ne yaptığınızı bilerek, kimin divanına varmak istediğinizi düşünerek namaza durun. Eğer böyle yaparsanız, namazı böyle kılarsanız, hiç şüphe etmeyin ki gökleri aşar, melekleri geçersiniz.
Hiç olmazsa bir anlık Allah ile bir olup kendinizi unutursunuz. İşte bu da sizin Miracınızdır. Ne mutlu namazı böyle bilip, böyle kılanlara. Yazıklar olsun Rahman’a secde etmeyip Mevlâsını unutanlara.” 430"

HUTBE 10: NAMAZ VE HİKMETİ
“Ankebüt 45: “Sana vahiy olunan kitabı oku, namazı dosdoğru kıl. Çünkü namaz hayâsızlığı, kötü işi nehyeder. Namaz kılmak,Kur’an okumak gibi Allah’ı anmaksa elbette sair ibadetlerinden büyüktür, faziletlidir. Allah işlediklerinizi bilir.’
Ey cemaat-i Müslimin!
Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’inde namazın büyüklüğüne, faydalarına işaret etmek için buyuruyor ki:
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆696 ☆
“Ey Rasül-i zîşanım! Sana vahyolunan kitabı, Kur’an-ı Kerim’in âyât-ı beyyinatını oku. Namazı yol ve yordamıyla kıl. Şüphe yok ki namaz, fuhuştan, inkârdan alıkoyar; dinimize ve aklımıza göre çirkin ve kötü olan şeylere son verir. Daima Allah’ı hatırlamak elbette son derece büyüktür, Allah-u Azimüşşan sizin ne yaptığınızı, nasıl ibadette bulunduğunuzu bilir, amellerinize göre mükâfat verir.’
Bir mü’min riyadan ve gösterişten uzak, edeplerini ve şartlarını yerine getirerek, boynu bükük bir halde ihlâs ve samimiyet içinde namazına devam ederse, kalbinde Zikrullah nurları parlamaya başlar. Kalbinde Allah korkusu oluşur.
Kendisinde yüksek duygular meydana gelir. Böyle bir mü’min kendisini yaratan yüce Allah’a isyan edemez. Böyle bir mü’min birtakım kötülüklere, ahlâk dışı şeylere niyet edemez. Namazın verdiği manevî mutluluk onun için bir kurtuluş rehberi olur. Onu Hakk yoluna, fazilet sahasına götürür. Bunun için namaz Allah’ı anmaktır. Yani Allah’ı zikirden ibarettir.
Bu mânâda en büyük ibadettir. Rasül-i Ekrem Efendimiz buyuruyor ki:
"Allah-u Teâlâ beş vakit namazı farz kılmıştır. Bir kimse güzelce, şartlarını yerine getirmekle abdest alır, vaktinde kılar, edeblerine ve erkânına dikkat eder rüküunu ve secdelerini tamamlarsa huşü ve alçak gönüllülükle vaktinde kılarsa Cenab-ı Hakk mü’mini affeder. Bir kimse böyle yapmazsa, bu mukaddes görevi hakkıyla yerine getirmeye çalışmazsa, onun için Cenab-ı Hakk’ın sözü vaadi yoktur. Cenab-ı Hakk dilerse onu affeder, dilerse azab eder.’
Din kardeşlerim!
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆697 ☆

Namazın ne kadar ulvi ne kadar büyük bir ibadet olduğuna hiç şüphe yoktur. Öyleyse namazlarımıza dikkat edelim. Bu kutsal görevimizi yol ve yordamıyla huşü ve tevazu ile yerine getirmeye çalışalım. Böylece Allah’ımızın hesapsız lutuflarına,sayısız nimetlerine ulaşırız.
Bunların karşılığında şükretrnemiz gerekmez mi? İşte namaz, şükrün bütün çeşitlerini içine alan bir ibadettir.
Eğer biz namaz kılmazsak, eğer kıldığımız namazların şartlarına ve farzlarına dikkat etmezsek, namaz gibi bir nimete karşı nankörlük etmiş oluruz. Cenab-ı Hakk hepimizi namaz farzını hakkıyla yerine getiren, salih kullarının topluluğuna dâhil etsin.
Nisa 103: 'Namazı bitirdiğiniz zaman Allah’ı ayak üzere iken, otururken, yanınız üzere iken anın. Mutmain ve emin olunca namazı dosdoğru kılın.Çünkü namaz mü’minin üzerine muayyen bir vakit ile farz olmuştur.’
Namazın sağlıklılar için ayakta kılınması emredilir.Ayrıca sağlığı bozuk olanlar, yataktan kalkamayanlar için de üzüntü yoktur. Onlar da yan üstü dönerek namazlarını kılabilirler. Bu kolaylıklar her zaman gösterilmiştir. Dinde zorluk yoktur.” 431

HUTBE 11:
PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI
“Ahzâb, 21: “Sizin için, Allah’ı, ahiret gününü umanlar, Allah’ı çok ananlar için, Allah’ın Peygamberinde uyulacak ne güzel şeyler vardır. ’
Cemaat-i Müslimin! Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Allah’ın Rasülü sizin için çok güzel bir davranış numunesidir. En yüksek ahlâkı nefsinde toplamış bir fazilet misalidir.’
Rasül-i Ekrem de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Beni Rabbim terbiye ettiği için güzel terbiye etti.’
Diğer bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

"Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.’ Öyle ise ey cemaat-i Müslimin!
Dünyada ve âhirette mutlu olmak için Efendimizi kendimize örnek almak, O’nun ahlâkıyla ahlaklanmak, her hususta O’na uymak lâzımdır. İyi biliniz ki, Rasül-i Ekrem’in ahlâkı Kur’an’dan ibarettir. Şimdi dinleyiniz de Efendimizi size biraz anlatayım:
Önce Peygamberimizin her hareketi akilâne ve doğru idi. Ömründe hiçbir defa yalan söylemediler.
Hiç kimse ile alay etmezdi, kimsenin gıybetini yapmaz, kimseyi kıskanmazdı. İftira ve hafiyelik gibi halleri hiç sevmez, bu gibi kötü huyları şiddetle yasaklardı.
Dünyaya ve âhirete faydası olmayan sözlerle vakit geçirmezdi. Kimseye küsmez, küs duranları sevmezdi.
Efendimiz ticaretle de uğraşırdı. Fakat doğruluktan ayrılmazdı. Ticaret konusunda kıl kadar hata yapmazdı. Aile hayatı son derece düzenli idi. Onlarla çok iyi geçinir, kendilerini asla gücendirmezdi, çocuklarını da çok severdi. Büyüklerine hürmet, küçüklerine şefkat gösterirdi. Yetim çocuklara, dul kadınlara çok fazla hürmet eder, yardımda bulunurdu. İş bitirmeyi çok severdi. Komşu hakkını pek gözetirdi. Komşularını asla incitmezdi. Hayvanların hakkına da dikkat ederdi. Onlara taşıyamayacakları yükü yüklemezdi.
Efendimiz cömert idi. Herkese ikram eder, bizlere de böyle yapmayı emrederdi. Hem mütevazı, hem ciddi, hem de ağırbaşlı idi. Birkimsenin evine, odasına girmek istediği zaman, önce kapısını çalarak izin ister, ondan sonra içeri girerdi. Selam vermeden oturmazdı. Gördüklerine selam verir ve ellerini sıkardı.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆701 ☆

Bir meclise girdiği zaman nerede boş yer bulunursa hemen oraya otururdu. Bulundukları meclislerde her haliyle örnek olurdu. İnsanları sıkmak istemezdi. Meclis âdabını çok iyi bilirdi veya onlara sıkıntı verecek halleri bulunmazdı.
Efendimiz; iyi adam, kötü adam demez, hastaların yanına gidip hallerini hatırlarını sorardı. Ancak bulaşıcı hastalık olan yerlere girilmemesini tavsiye ederdi. Bulaşıcı hastalığı olan kimselerin eline dokunmazdı. Böyle adamların yanına da gerek olmadıkça pek sokulmazdı. Cenaze arkasından kabre kadar giderdi.
Efendimiz son derece temiz ve pak idi. Temizliği çok tavsiye ederlerdi, kendini temiz tutmayan kimsenin imanının noksan olduğunu söylerlerdi. Dişlerin misvak ile sık sık yıkanmasına çok önem verirlerdi. Ümmetine de bu yolda çok sıkı emirler vermiştir.
Gusül icap etmese bile haftada bir kere gerektiğini söylerlerdi.
Saçını sakalını daima yıkar, tarar, güzel kokular sürerlerdi. Kötü kokulardan kirden, pastan hoşlanmazdı.
Efendimiz herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü idi. Kimseye kötü söz söylemez, kötü muamele yapmazdı. Kimsenin sözünü kesmezdi. Hiç kimsenin gizli hallerini, ayıplarını araştırmaz, bunun son derece kötü bir şey olduğunu söylerdi.
Hizmetçilerini son derece hoş tutar, onları incitmezdi. Kendisi ne yerse, hizmetçilerine de onu yedirirdi, Kendisi ne giyerse hizmetçilerine de onu giydirirdi.
Efendimiz çalışkan insanları çok sever, tembellikten asla hoşlanmazdı.
Şöyle buyururlardı: “Hayırlınız ahlakı güzel olan, dünyası için
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 702 ☆
âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyip her ikisi için çalışan ve insanların başına yük olmayandır.’
Kendisi için hoş görmediği bir şeyi başkaları için de hoş görmezdi.
Cemaat-i Müslimin!
Peygamber Efendimizin ahlâkından belki binde birini bile söyleyemedim. Dünya ve âhiretimizin mamur olmasını istersek O’nun her hareketini kendimize bir örnek yapmalıyız.
O’nun yaptığmı yapmalı, her dediğini tutmalı, işlemeyin dediklerini de asla işlememeliyiz. Dünyada ve âhirette en yüksek dereceyi bulmak, Allah’m cennet ve cemaline nail olmak için her yönden Resülullah’ı takip ediniz.
Her hususta O’nu kendinize rehber yapınız. Ona uyunuz, O’nun izini bırakmayınız.İyi biliniz ki O’nun hayatı, bütün ahlâk ve adabın uygulamalı bir tecelli yeridir.
O güzel ahlâkın tamamını nefsinde birleştirmiş, seçkin bir şahsiyet, bir kemâl numunesidir.” 432
_______________________
▪432-Usta, 2005, s.61-64.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 703 ☆
HUTBE 19: TİCARET
“Nisa Suresi 29: “Ey iman edenler, karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması müstesna, mallarını bâtıl (haksız ve haram oylar ile aranızda alıp vererek yemeyin ve kendinizi öldürmeyin) şüphesiz Allah sizi esirgeyecektir.’
Cemaat-i Müslimîn! Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Ey mü’minler! İki tarafın rızası ile yapılan meşru ticaretin dışında, gasb, sirkat (yani çalmak) ve kumar gibi şer’an ve aklen reddedilmiş olan vasıtalarla birbirinizin malını yemeyiniz! ’
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 704 ☆
"Doğru olan tacir,ahirette peygamberlerle, sıdıklarla şehitlerle beraberdir. ’
Ne büyük bir mertebedir bu. Ticarete teşvik hususunda daha birçok hadis-i şerif vardır.
Yukarıdaki yazıda emredildiği gibi dürüst ticaretçiler şehitlerle beraberdir. Buradan anlaşıldığı gibi tüccarın çalışması vatana, millete çok faydalıdır. Çünkü bu tüccarlar, işadamları ekmek kapısıdır. Birçok insan hem meslek bulur, hem ekmek. Vatana millete çok faydaları vardır iyi ve dürüst ticaret yapanların. Onlar, sıdıklarla şehitlerle beraberdir.” "433”
________________________
▪433-Usta. 2005, s.95-96.

HUTBE 24:
ÖKSÜZLERİ HİMÂYE ETMEK
“Duhâ 9: “Sakın yetime zülüm ve kötü muamelede bulunma.’
Ey cemaat-i Müslimin! Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Öksüzü incitme, kimsesiz çocukların haklarına tecavüz eyleme, onları perişan bir halde bırakma.’
Resül-i Ekrem Efendimiz de buyuruyor ki:
“Allah’ın katında sizin hanelerinizin en sevimlisi, içinde öksüze ikram edilen hanedir.’
Efendimiz, diğer bir hadis-i şeritinde şöyle buyuruyor;
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 706 ☆
“Kalbinin ferahlanmasını, muhtaç olduğun şeyin gerçekleşmesini arzu edersen, yetime merhamet et, onun başını okşa, arkasını sığa, yemeğinden yetime yedir. Sahip olduğun nimetlerden yetimi faydalandır. Böyle yaparsan kalbin yumuşar, kalbinden kasvet gider, yumuşaklık ve ferahlık meydana gelir; ihtiyacını elde eder, maksadını gerçekleştirirsin.’
Ey Müslümanlar!
Allah’ın emirlerine, Peygamberin nasihatlerine iyi kulak veriniz! Yetimlerin hukukuna riayet ediniz, onlara şefkat ve merhamet nazarıyla bakınız.Onlara şefkatli bir baba gibi davranınız. Bilirsiniz ki yetimlere yardım etmek ve destek olmak, çeşitli şekillerde gerçekleşir: Yetimlerin yiyip içecekleri şeyleri temin etmek, yardımdır.Tahsil ve terbiyelerine bakmak yardımdır, onları koruyan hayır kurumlarına destek olmak yardımdır. Sözün kısası bunlar pek güzel, pek övülmüş birer insanî görevdir. Allah’ın rızası için yapılan yardımlar Allah’ın indinde asla boşa gitmez.” 434
_________________________
▪404:Usta 200,s.115-117

HUTBE 25:
ALLAH’IN VE PEYGAMBER’İN,
HAYAT VERECEK EMIRLERİ
“Enfâl 24: “Ey İman edenler! Peygamber sizi ebedi dirlik için davet ettiği zaman, Allah’ın, Peygamberin davetini kabul edin. Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Siz onun etrafına top lanacaksınız.’
Ey cemaat-i Müslimîn!
Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Ey iman eden kimseler, Allah’m
ve Peygamberin size hayat verecek davetine icabet ediniz; emirlerine sımsıkı sarılınız; hem iyi biliniz ki Allah insanın düşüncelerini, kalbinde neler beslediğini, neler dönüp dolaştığını bilir; şu da malümunuz olsun ki,
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 708 ☆
sizler onun huzurunda toplanacaksınız; burada işlediklerinizden hesap vereceksiniz, âmelinize göre mükâfat ve ceza göreceksiniz! ’
Müslümanlar!
Bilmiş olun ki: İlâhî emirlerin hepsi hayatımızla, refah ve saadetimizle ilgilidir. Allah’ın bütün emirleri, Peygamberlerin sözleri ya doğrudan doğruya veya dolayısıyla bizi ölümden kurtaracak, gerçek bir hayatta yaşatacak mahiyettedir.
Bakınız, Allah ve Peygamberi bizi ilme davet ediyor. Bilenlerle bilmeyenler bir değildir.
“Dünya için de âhiret için de ilim lâzımdır, erkek ve kadın hepinize ilim tahsil etmek farzdır’buyuruyor.
Bu ise hiç şüphe yok ki bize gerçek hayat verecek bir davettir; O, çalışmaya ve gayret göstermeye, ticarete, sanata ve ziraata davet ediyor; düşmanlara karşı kuvvet hazırlamaya davet ediyor. Şimdi bunların hangisi bize hayat verecek mahiyette değildir? İşte İlahî emirlerin hepsi böyledir.
Namaz gibi, oruç gibi bedenî ibadetlerde bile büyük ve hayatî faydalar vardır. Çünkü; namaz insanı fuhuştan, dinin yasak ettiği şeylerden, rezilliklerden alıkor.
Fertleri namaz kılan milletin ahlâkı, genel anlamda düzgün olur. Genel ahlâkı düzgün olan bir toplulukta kötülük azalır; mal, can, namus tecavüzden kurtulur. Sonra millet fertlerinin belli zamanlarda aynı camilere ve mescitlere giderek, hepsi birden aynı kıbleye dönmeleri, Cenab-ı Hakk’a, aynı huşü lisanıyla yalvarmaları, bunların aralarındaki bağı daha da kuvvetlendirir. İşte namaz gibi dış görünüm itibariyle, faydası şahsa ait görünen
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 709 ☆
ibadetlerde bile, böyle genel anlamda menfaatler vardır. Oruç da böyle, zekât da böyledir.
Demek ki Cenab-ı Hakk’ın ve sevgilisi Resülü’nün bize olan bütün emirleri, bizim hayatımızla ilgilidir. Onlara sımsıkı yapışırsak, hem dünyada hem de âhirette kurtuluşu elde ederiz. Fakat Allah’ın bize hayat verecek olan emirlerine sarılmazsak, hem dünyada, hem âhirette hüsranımız ve helakimiz kesindir.
Ey cemaat-i Müslimîn!
Allah bize ilim öğrenin buyuruyor; Rasül-i Ekrem Efendimiz; “Hikmet, Müslüman’ın kaybolmuş bir malıdır, nerede bulursa orada alsın’diyor.
Allah bize, “Dünya ve âhiretinizi mâmur etmek için çalışın, birbirinizin malına, ırzına, canına göz dikmeyin, düşmanı korkutacak, memleketi muhafaza edecek kuvvet hazırlayın, bunun için gücünüzün yettiği kadar çalışın’buyuruyor.
“Adaleti elden bırakmayın, emanete riâyet edin, birbirinize yardımda bulunun, hakkı tanıym, fitneden ve ayrılıktan sakının’ buyuruyor.” 435
_______________________
▪435-Usta,2005, s.119-121.

HUTBE 27 :
RAMAZAN VE ORUÇ
“Bakara185: “Ramazan ayı ki onda Kur’an nazil olunmuştur. Kur’an insanlar için aynî hidayettir; doğru yola götüren, doğru ile yanlış arasını ayıran açık delillerdir. İçinizden her kim Ramazan ayına erişse, onu oruçla geçirsin, her kim keyifsiz veya yolcu ise tutamadığı günler sayısınca oruç tutsun. Allah, sizin için kolaylık istiyor, güçlük istemiyor. Tutamadığınız günlerin sayısını sonradan sizi, hidayetine mukabil tekbil etmenizi, şükretmenizi de diliyor. ’
Ey cemaat-i Müslimin! Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Hâkiminde buyuruyor ki:
“Ramazan ayı, insanları doğru yola götüren, hak ile bâtılı ayı-
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 712 ☆
ran, Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu mübarek bir aydır. İçinizden her kim Ramazan ayına yetişirse onu oruçlu olarak geçirsin. Kim hastalanır yahut yolcu olur da orucu tutamazsa, tutamadığı günler sayısında diğer günlerde orucunu tutar. Allah sizler için kolaylık murad ediyor. Kolaylık istiyor, yoksa hakkınızda güçlük dilemez.’
Seyyidü’l-Enbiya Efendimiz bir hadis-i şerifinde söyle buyuruyor:
“İslâm dini beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah-u Teâlâ’dan başka hak mabud olmadığına iınan etmek, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğine inanmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan’da oruç tutmaktır. ’
Resül-i Ekrem Efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki; “Ümmetimden her kim farz olduğuna inanarak ve sevabını Cenab-ı Hakk’tan dileyerek Ramazan-ı Şerif orucunu tutarsa geçmiş günahları affedilir. ’
Ne büyük müjde!
Ey Müslümanlar!
Cenab-ı Hakk’ın bize farz kılmış olduğu Ramazan orucunun ne yüce bir ibadet olduğunu görüyorsunuz. Ramazan öyle feyizli bir aydır ki, bu ayda Cenab-ı Hakk’ın rahmet deryası coşar. Nuru ve mağfireti bütün İslâm âlemini aydınlatır. Ramazan orucu öyle büyük bir ibadettir ki, bu sayede mü’minlerin ruhları yükselir, kalplerinde rikkat ve merhamet gibi güzel duygular meydana gelir.
Ey mü’minler!
Bu mübarek ayı şânına layık bir şekilde ihya etmeye çalışınız, lisanlarınızı gıybetten, iftiradan ve diğer lüzumsuz şeylerden muhafaza etmeye gayret ediniz. İbadetlere tahsis edilmesi gereken kıymetli vakitlerinizi boş şeylerle, faydasız işlerle zayi etmeyin.
Aile fertlerinizin daha rahat bir şekilde yaşamasını temin etmek için meşru şekilde çalışmaktan geri durmayın. Geceleri sabahlara kadar şurada burada boş vakit geçirmeyin. Geceleyin ibadet ve uykunuzdan, gündüz de işlerinizden geri kalmayın.
Cenab-ı Allah ibadet ve taatte bulunan, çalışıp helalinden kazanan kullarından razı olur.” 436

HUTBE 29:
KÖTÜ HUYLARDAN SAKINDIRMA
“Hümeze 1-2: “Arkadan çekiştirıneyi, yüze karşı eğlenmeyi ve başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere yazıklar olsun. ’
Eycemaat-i Müslimîn!
Malümdur ki Cenab-ı Hakk iki cihan güneşi Peygamber Efendimizi bize iyi huyları öğretmek için göndermiştir. Dünya iyi huylu insanların varlığıyla toplumsal düzenini bulur. İnsanlar arasında saadet güneşi iyi huylardan doğar.
Kötü huylu adamlar geceye benzetilecek olursa iyi huylu
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 716 ☆
insanlar da, nurlu gündüzler gibidir. İnsan insanlık zevkini ıyi huylu insanların huzurunda duyar. İnsanı arkadan çekiştiren, yüz yüze geldiği zaman İnsana başka bir şekildi eziyet veren kimselere yazıklar olsun. İşte Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Zanların çoğundan çekinin, çünkü; zanlarınbazısı günahtır. Gizli şeyleri araştırmayın, birbirinizin ardındansöz söylemeyin, biriniz ölü kardeşinin etini yemesini ister mi?İşte bu, ondan iğrençtir. Allah’tan sakının, Allah tevbelerikabul eder, merhamet eyler.’
Bu ayet-i kerimeyle, böyle hareket eden insanları kötülüyor, bunların çok şiddetli bir azaba yakalanacaklarını haber veriyor ve bizi böyle işler yapmaktan men ediyor. Meclisiınizde hazır olmayan bir din kardeşimiz, kendi aleyhinde söylenen sözleri müdafâ etmeye gücü yetmediğinden, onun hakkındaki çekişmeleri, Allah bir ölünün etini yemeye benzetiyor.
Bir ölünün etini yemek ne kadar çirkin ve iğrenç ise mecliste hazır olmayan din kardeşimizin gıyabında,kötü sözler söylemek de o kadar çirkin ve fenadır.
Hakiki Müslümanlar onlardır ki, ellerinden ve dillerinden Müslümanlara bir kötülük dokunmaz.
Onlardan yalan, gıybet, iftira çıkmaz. Her işittikleri sözü araştırınadan ortaya yaymazlar. Kimsenin malına, ırzına ve namusuna saldınnazlar. Herkes kendilerini, kendileri de herkesi severler.
Efendimiz buyuruyor ki:
“Kıyamet gününde bana en yakın bulunacak olanlar, iyi ahlâk sahipleridir. Bunlar kibirsizliklerinden herkesle konuşur ve görüşürler.Kıyamet gününde Benden en uzak kalacaklar da kötü
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 717 ☆

huylu olanlardır ki, bunlar yalan yanlış, ağızlarına her gelen sözleri söylerler ve sözlerini türlü türlü eğip bükenlerdir. Mü’ minlerin îman bakımından kâmilleri ahlâkı en iyi olanlardır. Bunlar,
başkalarıyla hoş geçinirler, insanlara yakınlıkduyarlar, kendileriyle ülfet edilir.’
Dostluk etmeyen ve kendisiyle dostluk mümkün olmayan kimselerde hayır yoktur.” 437
_________________________
HUTBE 32: EKSİK ÖLÇENLER, YANLIŞ TARTANLAR
“Mutaffıfin, 1-6: “ İnsanlardan, alırken ölçüyü tarttıklarında tam, onlara vermek için tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun! Onlar mı ki, kendileri büyük bir günde hesap vermek için diriltilecekler: Öyle bir gün ki insanlar o günde âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklar.’
Ey cemaat-i Müslimîn!
Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:“Vay 0 eksik ölçenlerin, yanlış tartanların haline! Onlar başkalarından alırken dolu dolu alırlar da, başkasına verirken eksik öl-
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 720 ☆
çerler yahut noksan tartarlar. Acaba bunlar büyük gün için; evet insanların Allah’ın huzurunda duracağı ve burada yaptıklarından hesap vereceği bir gün için, dirileceklerini hiç akıllarına getirmezler mi?’
Ey cemaat-i Müslimîn!
Ölçülerini, tartılarını tam yapmayanların kıyamet gününde ne kadar müthiş bir azaba giriftar olacaklarını bu âyet-i kerime haber yemektedir. Bunlar hakkındaki İlahî azap çok şiddetlidir.
Muhakkak biliniz ki, alırken fazlasıyla ölçen, ziyadesiyle tartan, başkasına verirken ölçüsünü ve tartısını noksan yapanlar, dünyada ve âhirette hüsran içindedirler.
Bunlar Allah’ın en büyük, en dehşetli azabma uğrayacaklardır. Alırken bin türlü hile ile fazla alan, verirken noksan veren bu zavallılar hiç düşünmüyorlar mı ki, bir gün İlahî huzurda hesaba çekileceklerdir. Acaba o büyük azap gününü akıllarına getirmiyorlar mı?
Biliniz ki, ölçüsünü ve tartısını tam yapmamak hıyanettir. Alışverişinde hile yoluna sapan bir adam, er geç zarar görür. Sonunda büsbütün işi bozularak perişan bir hale gelir. Hile ile aldığı beş kuruş, aldatarak çaldığı on santim, bütün malını kirletir; elinde avucunda olanı mahveder, dünyaya rezil olur, pişmanlık duyar.
Perişan ve sefil bir hale gelir. Allah’ın huzurunda ise şiddetli bir şekilde mes’ul olur. En büyük en şiddetli azaba duçar olur.
İbn-i Ömer, bir gün Mutaffıfin süresini okuyordu. Birdenbire, kendini tutamayıp yüksek sesle ağlamaya başladı. İlâhî huzurda hesap vereceğini, amellerinden dolayı ceza göreceğini düşün
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 721 ☆
dükçe, ağlaması arttı. Kendinde âyetin gerisini okuyacak güç kalmadı.
İşte imanı bütün olan insan böyle olur. Ahirete imanı sağlam olanlar için, insanları aldatmaya, dolandırmaya imkân yoktur.
Günün birinde insanların Allah’ın huzuruna çıkacağına imanı sağlam olan bir insan, böyle bir alçaklığı nasıl işler? Değil sağlam, gevşek, zayıf bir iman bile, bu gibi rezaletleri işlemeye engel olur. Bunu yapmak için insanların, âhiret duygusundan, ilahi huzurda hesap vereceği bir günü düşünmekten büsbütün mahrum olması gerekir.
Ey cemaat-i Müslimîn!
Teraziyi, ölçüyü biraz eksik tutanlara Cenab-1 Hakk o kadar acıbir sonuç hazırladı ki, kuvvetine ve despotluğuna dayanarak halkınmalını mülkünü, ölçüsüz, tartısız, hesapsız, kitapsız, boğazma geçirenler acaba ne yapacaklar? Acaba mahşer günü onların hali neolacak? Vay onların başına gelenlere!” 438
________________________▪438-“Usta, 2005, s.147ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 723 ☆

NİFAK VE HASED
“Enfal 46: “Allah ve Resülüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyın. Sonra korkuya kapılırsmız da devletiniz (gücünüz) gider. Bır de sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.’
Ey cemaat-i Müslimin!
Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Hem Allah’a, hem de O’nun Peygamberine itaat ediniz; birbirinizle uğraşmayınız, sonra güveniniz kaybolur, kuvvetten düşersiniz, heybetiniz de elinizden gider. Bir de hiçbir düşman, hiçbir tehlike karşısında dayanma gücünü elden bırakmaymız. Şüphe yoktur ki, Allah sabredenlerle beraberdir. ’
Ey mü’minler, ey Allah’ın sevgili kullarızası!
Dünyada sefıl, âhirette rezil olmayalım dersek bu âyet-i kerimenin gösterdiği yolu takip etmeliyiz. Evet Allah’a itaat eden,
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 7234☆
Peygamber’in yolundan giden, fertleri arasında birlik beraberlik olan bir İslam milleti, ululuktan ve azametten mahrum kahnaz.
Lâkin Allah’a itaat etmeyen, Peygamberin emirlerini dinlemeyen, fertleri birbirlerini çekemeyen, birbiriyle boğuşan bir millet zayıf düşer, kudretten, kuvvetten kesilir. Harici düşmanlara karşı varlığını muhafaza edebilecek ne maddî kuvvetler hazırlamaya vakit, ne de iman bulabilir.
Sonra kendisine korkaklık gelir, malî gücü kırılır, böylece uçuruma yuvarlanır. İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk bizi kendisine ve Peygamberine itaate davet ve birbirimizle çekişmekten men ettikten sonra birbirinize sabırlı olun diye emrediyor.
Allah yolunda, hak yolunda, millet uğrunda her türlü nıihnete, zorluğa göğüs geriniz; hiçbir düşman, hiçbir tehlike karşısında dayanma gücünü elden bırakmaymız. Ve biliniz ki Allah daima sabır ve metanet sahipleri ile beraberdir.
Rasül-i Ekrem Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
“Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize hased etmeyiniz, birbirinize dargın bulunmayınız, ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz.
Bir Müslüman için, darılıp da din kardeşini üç günden ziyade terk etmek, onunla görüşmemek helâl ohnaz.’
Öyle ise cemaat-i Müslimin;
Biz de Allah’a ve Resülüne daima itaat edelim. Aramızda ayrılığa ve ikiyüzlülüğe meydan vermeyelim, her zaman sabır ve dayanıklılığı elden bırakmayalım, daima ileri gitmeye çalışalım.” 439 ______________________________
▪439- Usta, 2005, s.2005-157.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 7254☆
HUTBE 36:
EMANETE RİAYET
“Nisâ 55: “Gerçekten Allah size, emaneti ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.’
Ayetin emânet ve adalete riâyet emri ebedi ve genel bir düstur olmakla beraber güzel geliş sebebi vardır: Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’yi fethedince Kâbe’ye bakar. Osman b. Talha kapıyı kilitlemiş, Kâbe’nin üzerine çıkmış ve anahtarı vermeyi reddederek, “Senin peygamber olduğunu bilseydim onu verirdim’ demişti. Hz. Ali anahtarı zorla ondan aldı, kapıyı açtı.
Hz. Peygamber içeri girerek iki rekât namaz kıldı, çıkınca amcası Abbâs, anahtarı ve şerefli bir görev olan bakıcılığı kendisi
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 726 ☆
ne vermesini istedi, işte bu münasebetle yukarıdaki âyet nazil oldu. Efendimiz Hz. Ali’ye anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini emretti. Bu olay Osman b. Talha’nın da Müslüman olmasına sebep teşkil etmiştir.
Ey cemaat-i Müslimin! Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:"emanetleri ehline veriniz, emanete hıyanet etmeyiniz. Bir de insanlar arasında hükmederken adaletle, Allah’tan korkarak hükmediniz. ’
Evet,Allah-u Teâlâ; “Emanetleri ehline veriniz’buyuruyor. Öyleyse kendisine bırakılan bir emanete hıyanet etmemek, bir kimsenin hakkını aramak, sonra her vazifeyi adamına vermek, kendisine emanet edilen bir görevi hakkıyla yerine getirmek her Müslüman için dinî bir borçtur. Sonra bütün işlerde adaleti gözetmek, haklıyı haksızı iyice ayırt etmek bir vazifedir. Allah-u Teâlâ bu şekilde emrediyor.
Bu iki emre uymak bir milletin selameti için mutlaka gereklidir. Çünkü fertlerin hukuku adalet ile, toplumun menfaati ise işleri, vazifeleri ehline vermekle gerçekleşir.
Birinin bize emaneten bıraktığı şeyi muhafaza edip gerektiğinde kendisine vermek üzerimize borçtur. Bunu yapmamak emanete hıyanettir. Emanete hıyanet edenin imanı noksandır. Millete ait işler de bir emanettir.
Onlarıehline vermemek de emanete hıyanettir. Üzerine aldığı bir görevi hakkıyla yerine getirmemek, hile yollarına sapmak, işe önem vermemek emanete hıyanettir.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 727 ☆
Allah’m bu iki emrini tammayan bir millet mümkün değil yaşayamaz. Hangi türden olursa olsun emanete hıyanet toplumu alt üst edecek kadar büyük kötülükler meydana getirir.
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
“Emanete zarar gelince kıyameti bekleyiniz. İşler ehli olmayan kimselere verildiği zaman artık kıyameti gözleyiniz.’
Bu hadis-i şerifin anlammdan anlıyoruz ki, bir memlekette emanete riayet edilmez, vazifeye önem verilmezse, o memleketin nizamı ve intizamı bozulur, her şeyi alt üst olur.
Ey cemaat-i Müslimîn!
Allah’m ve Peygamberin emirlerine daima iyi bir şekilde kulak veriniz, Onların dışına çıkmamaya çalışımz ki, dünyada ve âhirette kurtuluşa eresiniz.” 440“
________________________
▪440- Usta, 2005, s.163-165
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 729 ☆

HUTBE 37:
İÇKİNİN KÖTÜLÜĞÜ
“Mâide 90: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.’
Ey cemaat-i Müslimîn! Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Ey mü’minler! İçki, kumar, putlara saygı ve onlar adına kurban kesmek şeytanın vesvesesi ile olan iğrenç şeylerdir. Bunlardan sakınınız ki kurtulasınız.’
Bizim dinimiz insana zararı olan şeyleri haram kılmıştır. İçkinin de insana ne kadar zararlı olduğu bilinen bir gerçektir. İçki
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 730 ☆
insanın dinini ve dünyasını mahveder.
Allah’ın insana verdiği en güzel nimet olan sağlığını yok eder, namazdan niyazdan alıkor. İnsan bir kere içkiye dayandı mı, bir kere akşamcılığa başladı mı artık geçmiş ola. Kolay kolay onu bir daha bırakamaz, Malından, canından, çoluğundan çocuğundan, dininden ve imanından olur da yine ondan vazgeçemez.
Bu öyle bir âfet, öyle bir musibet ki hiçbir hastalığa benzemez. İnsana bir kere bulaştı mı, insan ona bir kere dadandı mı, kolay kolay kurtuluş yoktur. İnsanda akıl fikir bırakmaz. İnsanın ahlâkını bozar. Malını mülkünü mahveder. Ailesini, ocağını perişan bir hale getirir.
İçki denilen belanın başının altından her kötülük çıkar. Ondan her kötülük gelir. Her kötülüğün başı budur. İnsanın her türlü hastalığa yakalanmasına, tımarhanelere, hastanelere gitmesinesebep olur. İçkiye dadanmış olanlar, sinir, verem, kalp, dalak, böbrek, mide, kansızlık gibi birçok hastalıklara tutulurlar.
En büyük hekimler diyorlar ki: “Hastanelerde, hapishanelerde, tımarhanelerdekilerin çoğu içkiye düşkün insanlardır. Aptal, saralı, mecnun, cani, hırsız kabilinden ne kadar insan varsa yüzde 80’i içki düşkünleri ve bunların çocuklarıdır.’
Görülüyor ki, içki insanın dünyasını, âhiretini harab ediyor.
İnsanı ibadetten alıkoyuyor. En büyük fenalıklara sebep oluyor. İşte bunun için dinimiz içkiyi kesin olarak haram kılmıştır.
Bundan korunmak, hem Allah’ımıza, hem Peygamberimize, hem nefsimize, hem ailemize, hem de devletimize ve milletimize karşı önemli bir görevi yerine getirmek demektir. Dolayısıyla içki belasından kendimizi kurtarmak birinci vazifemizdir.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 731 ☆
__________________
Nefsinin kıymetini bilen, çoluğunu çocuğunu, ailesini, memleketin seven bir insan, şarap, rakı, konyak, esrar, afyon, morfin gıbı ınsanı sarhoş eden şeylerden kesinlikle sakınmalı, bu gibi şeytanî işlerden uzak durmalıdır.
Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki:
“İçkiden sakınınız. Çünkü içki her türlü kötülüğün, her ÇeŞit fenalığın anasıdır. Çoğu sarhoş eden şeyin azını da içmeyiniz.’
Allah’a, âhiret gününe imanı olan kesinlikle içki kullanmasın! Allah’a ve âhirete imanı olan, üzerinde içki bulunan yemek sofrasına oturmasın.” 441
____________________________
▪441 -Usta, 2005, s.167-169.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 733 ☆
HUTBE 42:
HERKES YAPTIĞININ
CEZASINI BULACAK
“Nahl 128: “ Çünkü Allah, (kötülükten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir. ’
Ey cemaat-i Müslimin!
Allah kıyametin herhalde kopacağım ve insanların tekrar dirileceklerini haber veriyor. Kıyametin bildirilmesi ve insanların öldükten sonra tekrar dirileceğini akıllarına sığdıramayanlar bir kere kendi yaratılışlarını düşünsünler!
Rasül-i Ekrem Efendimiz buyuruyor ki:
“Kıyamet günü âdemoğlu beş şeyden soruya tutulmadıkça Rabbinin huzurundan, o büyük adalet mahkemesinden ayrıla
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 734 ☆
maz: Ömrünü ne ile sona erdirdiğinden, gençliğini neyle yıprattığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, ilmiyle ne türlü amel yaptığından.’
Peygamberimiz diğer bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
“Ölüm gelmeden evvel hayatını, hasta olmadan evvel sağlığını, meşguliyet gelip çatmadan önce boş vaktini, ihtiyarlamadan önce gençliğini, fakirliğe düşmeden önce zenginliğini ganimet bil, bunların kıymetini anla ve fırsat eldeyken çalış.’
Ey Müslümanlar, ey Allah’ın kullan!
Düşünmesi bile tüyleri ürperten kıyametin o dehşetli günü hatırlayınız. Allah’ın emirlerine karşı gelmekten korkunuz!
Bütün peygamberlerin “nefsi nefsi’ diye yerlere kapanacakları o gün için şimdiden kendinize yarayacak amelleri hazırlayın o gün gelmeden önce sağlığınızın, hayatınızın, gençliğinizin kıymetini bilin, vaktinizi dünya ve âhirete yarayacak şeylerle geçirmeye çalışın.
Namuslu bir şekilde kazanın hayırlı yerlere harcayın, fırsat eldeyken güzel ahlak sahibi olun. Dünyanızı ve âhiretînizi mamur edin. Kimseye kötülük yapmayın, kimsenin malına, canına, ırzına göz dikmeyin. Herkese elinizden geldiği kadar iyilik yapın. Kimsenin zerre kadar hakkını almayın.
Kendiniz için istemediğiniz, hoş görmediğiniz şeyleri başkaları için de hoş görmeyin. Fakirleri ve yetimleri koruyun. Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat gösterin, yalan söylemeyin, hile yapmayın, kimseye iftira etmeyin.
Ölçü ve tartılarınızı noksan kullanmayın, kısaca Allah’ın ve Peygamberin emrinden dışarı çıkmayın. Kesin olarak biliniz ki,
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 735 ☆
fırsatı kaçırdığınızdan dolayı pişmanlık duyacağınız ve bütün bunlardan hesap vereceğiniz dehşetli bir gün gelecek, o zaman
daki pişmanlık fayda vermeyecektir. Öyle bir gün ki, ne evlâdın
anasına babasına, ne de ananın babanın evlâda faydası olmayacak!
Lokman 33: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası için bir şey söyleyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ ın verdiği söz, gerçektir.”442
▪442- Usta, 2005, s.189-192.

HUTBE 45:
MEVLİD
“ Ali İmrân 31: “( Resülüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
Ey cemaat-i Müslimîn!
Bilmiş olun ki bu akşam Mevlid Kandili’dir. Yani Peygamber Efendimizin bin dört yüz sene evvel böyle bir Rebiülevvel ayının on ikinci gecesinde, sabaha karşı dünyaya gelmiştir.
O mübarek gecenin yıldönümü olduğu için her Rebiülevvel ayının on ikinci gecesini bütün Müslümanlar asla unutrnazlar. Bu geceye çok hürmet ederler. Minarelerde kandiller yanar, herkes camilere dolar. Kalabalık cemaatlerle namazlar kılınır, mevlidler okunur.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 738 ☆
Bu güzel âdet Peygamber Efendimize karşı gönüllerde muhabbet uyandırmak için pek uygun bir sebeptir. Daha doğrusu mü’minin ibadete sarılması için güzel bir fırsattır. Çünkü mü’minin imanı ancak Peygamberine muhabbet etmekle tamamlanır. Peygamberini sevmeyen kimsenin imanı iman değildir.
Ey cemaat-i Müslimin!
Peygamberinizi iyice bilmeye bakın. O, iki cihan güneşine karşı muhabbetinizi artırmaya gayret edin. Dinleyiniz de ben size Peygamberimizi anlatayım.
Peygamber Efendimiz kendisini gayet temiz tutar, her hususla temizliğe son derece dikkat ederlerdi. Asla perişan gezmezlerdi. Üst dudaklarının kırmızısı görünecek kadar bıyıklarını güzelce kesip saçlarını bazen tıraş ederlerdi. Bazen de kulaklarının yumuşağını geçecek kadar uzatırlardı. Lakin sakallarını bir tutamdan fazla uzatmazlardı.
Sadece bayağı zamanlarda değil, hatta savaşa gittikleri zamanlarda bile tarak, makas, misvak, ibrik gibi temizliğe ait şeyleri yanlarından ayırmazlardı. Saçlarını sakallarını daima temiz tutar, aynaya bakıp taranırlardı. Hiç güzel koku sürünmeseler bile mübarek terleri de misk gibi kokarlardı. Öyleyken yine daima güzel güzel kokular sürünürlerdi. Dünyada iken en çok sevdiklerinden biri de güzel koku olduğunu söylerlerdi.
Peygamber Efendimiz dünyada eşi bulunmaz bir insan güzeli idi. Allah O’nu övmüş de öyle yaratmıştı, boy bos, endam hep yerinde idi. Hiçbir noksanı yoktu.
Peygamberimizin pembe beyaz olup pek sevimli ve güzel olan yüzünden nurlar akardı. Mübarek dişleri de konuşurken, gülümserken inci gibi parlardı. Bu bir Allah vergisidir ki, vücu
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 739 ☆
du ne kadar güzelse ahlâkı da o derecede güzeldir. Güler yüzlü, tatlı sözlü olup ağzından fena laf çıkmazdı. Kimsenin gönlünü kırmaz, asla hırçınlık etmezdi. Kendine hizmet edenleri de pek hoş tutardı. Kibirlenmez ve kurum satmazdı. Daima ciddiyetini muhafaza ederdi.
Peygamberimizi ilk defa gören kimsenin içine bir korku düşerdi. Lakin görüşüp konuştukça kendisine gönül vermemek elden gelmezdi.
Peygamberimizin maksadı insanları selamete çıkarmaktan ibaretti. Onun için geceyi gündüze katarak çalışır, çabalardı. Kendi rahatını ve huzurunu hiç düşünmez, kendi çıkarını hatıra getirmezdi. Ahiret için dünyayı bir tarafa atmazdı.
Ümmetinin işini gücünü bırakıp da giysisini başına çekerek mağaralara kapanmazdı. Zalimlerin ve kötülerin vücudunu kaldırıp mazlumlara göz açtırmak için zırh giyer, kılıç kuşanır, haftalarca hayvanların üstünde gezerdi.
Peygamberimiz böylece bin türlü mihnet eve zorluğa katlanarak Allah’ın emrini yerine getirirdi. Müslümanlığı yayıp insanları selamete çıkardı. Lakin bu iş birkaç sene içerisinde böyle kolayca olup bitivermedi. Tam yirmi üç sene sürdü.
Peygamberimizin bu yirmi üç seneyi nasıl geçirip, nelere katlandığını bilmeyen kimse o büyük insanın kadrini layıkıyla anlayamaz. Taşa tahtaya hâşâ Allah diye tapacak kadar cahil bir halk ile yirmi üç sene uğraşmak kolay değildir.
İnsan sadece Arapların cahilliğini düşünmemelidir. O zamanlar öyle zamanlardı ki dünyanın tersi dönmüş, herkes çıkmaz bir yol tutmuştu.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 737 ☆
HUTBE 45:
MEVLİD
“ Ali İmrân 31: “( Resülüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
Ey cemaat-i Müslimîn!
Bilmiş olun ki bu akşam Mevlid Kandili’dir. Yani Peygamber Efendimizin bin dört yüz sene evvel böyle bir Rebiülevvel ayının on ikinci gecesinde, sabaha karşı dünyaya gelmiştir.
O mübarek gecenin yıldönümü olduğu için her Rebiülevvel ayının on ikinci gecesini bütün Müslümanlar asla unutrnazlar. Bu geceye çok hürmet ederler. Minarelerde kandiller yanar, herkes camilere dolar. Kalabalık cemaatlerle namazlar kılınır, mevlidler okunur.
Ne yaptığım bilen, hele fakirlerin halini hiç düşünen yoktu. İşte Peygamberimiz, dünyanın böyle perişan ve acayip bir zamamnda âleme rahmet olarak gelip insanların imdadına yetişti. Allah’ın emriyle o kötülüklerin önünü aldı.
Herkes Mevlâ’smı tanıdı, herkes diktatörlere kölelik etmekten kurtuldu. Sadece Arabistan’m değil, bütün dünyanın selamete kavuşmasına sebep oldu.
Peygamber Efendimizin bunca sene evvel, Hakk’a dayanarak, adaletin, hürriyetin temellerini attığı zaman şimdiki Avrupa’nın ismi bile okunmazdı. Bunun için Peygamberimizin insanlar üzerindeki hakkı pek büyüktür.
O’nun bütün dünyaya ettiği iyiliği kimse etmemiştir. Bunun için Peygamberinizi daha iyi öğrenmeye gayret edin, daima O’nu düşünün, O’nun o güzel sözlerini hatırmızda tutun, daima mübarek cemalini gözünüzün önünde bulundurun.
Böyle yaparsamz gitgide kendisine muhabbetiniz artar, günden güne gönlünüz pak olur, sözünüz sohbetiniz değişir, ahlâkımz, tabiatmız gittikçe iyileşir. Hep iyileri, iyi şeyleri düşünürsünüz, içinizde bir sevinç, bir ferahlık duyarsınız. Ömrünüzü lezzet ve neşe içinde geçirirsiniz. Hele bu gözler yumulunca Peygamberimizin iltifatı asıl o zaman başlar. O’na muhabbetin faydası asıl öyle bir zamanda görülür.” 443
▪440-Usta, 2005 s.201-204.
du ne kadar güzelse ahlâkı da o derecede güzeldir. Güler yüzlü, tatlı sözlü olup ağzından fena laf çıkmazdı. Kimsenin gönlünü kırmaz, asla hırçınlık etmezdi. Kendine hizmet edenleri de pek hoş tutardı. Kibirlenmez ve kurum satmazdı. Daima ciddiyetini muhafaza ederdi.
Peygamberimizi ilk defa gören kimsenin içine bir korku düşerdi. Lakin görüşüp konuştukça kendisine gönül vermemek elden gelmezdi.
Peygamberimizin maksadı insanları selamete çıkarmaktan ibaretti. Onun için geceyi gündüze katarak çalışır, çabalardı. Kendi rahatını ve huzurunu hiç düşünmez, kendi çıkarını hatıra getirmezdi. Ahiret için dünyayı bir tarafa atmazdı.
Ümmetinin işini gücünü bırakıp da giysisini başına çekerek mağaralara kapanmazdı. Zalimlerin ve kötülerin vücudunu kaldırıp mazlumlara göz açtırmak için zırh giyer, kılıç kuşanır, haftalarca hayvanların üstünde gezerdi.
Peygamberimiz böylece bin türlü mihnet eve zorluğa katlanarak Allah’ın emrini yerine getirirdi. Müslümanlığı yayıp insanları selamete çıkardı. Lakin bu iş birkaç sene içerisinde böyle kolayca olup bitivermedi. Tam yirmi üç sene sürdü.
Peygamberimizin bu yirmi üç seneyi nasıl geçirip, nelere katlandığını bilmeyen kimse o büyük insanın kadrini layıkıyla anlayamaz. Taşa tahtaya hâşâ Allah diye tapacak kadar cahil bir halk ile yirmi üç sene uğraşmak kolay değildir.
İnsan sadece Arapların cahilliğini düşünmemelidir. O zamanlar öyle zamanlardı ki dünyanın tersi dönmüş, herkes çıkmaz bir yol tutmuştu.
Bu güzel âdet Peygamber Efendimize karşı gönüllerde muhabbet uyandırmak için pek uygun bir sebeptir. Daha doğrusu mü’minin ibadete sarılması için güzel bir fırsattır. Çünkü mü’minin imanı ancak Peygamberine muhabbet etmekle tamamlanır. Peygamberini sevmeyen kimsenin imanı iman değildir.
Ey cemaat-i Müslimin
Peygamberinizi iyice bilmeye bakın. O, iki cihan güneşine karşı muhabbetinizi artırmaya gayret edin. Dinleyiniz de ben size Peygamberimizi anlatayım.
Peygamber Efendimiz kendisini gayet temiz tutar, her hususla temizliğe son derece dikkat ederlerdi. Asla perişan gezmezlerdi. Üst dudaklarının kırmızısı görünecek kadar bıyıklarını güzelce kesip saçlarını bazen tıraş ederlerdi. Bazen de kulaklarının yumuşağını geçecek kadar uzatırlardı. Lakin sakallarını bir tutamdan fazla uzatmazlardı.
Sadece bayağı zamanlarda değil, hatta savaşa gittikleri zamanlarda bile tarak, makas, misvak, ibrik gibi temizliğe ait şeyleri yanlarından ayırmazlardı. Saçlarını sakallarını daima temiz tutar, aynaya bakıp taranırlardı. Hiç güzel koku sürünmeseler bile mübarek terleri de misk gibi kokarlardı. Öyleyken yine daima güzel güzel kokular sürünürlerdi. Dünyada iken en çok sevdiklerinden biri de güzel koku olduğunu söylerlerdi.
Peygamber Efendimiz dünyada eşi bulunmaz bir insan güzeli idi. Allah O’nu övmüş de öyle yaratmıştı, boy bos, endam hep yerinde idi. Hiçbir noksanı yoktu.
Peygamberimizin pembe beyaz olup pek sevimli ve güzel olan yüzünden nurlar akardı. Mübarek dişleri de konuşurken, gülümserken inci gibi parlardı. Bu bir Allah vergisidir ki, vücu
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 741 ☆

HUTBE 46: Mİ’RAC
“Isrâ, 1: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehdir;
O gerçekten işitendir, görendir.’
Ey cemaat-i Müslimîn!
Bilmiş olun ki, bu ayın yirmi yedinci gecesi Mi’rac Kandili’dir. Bizce mübarek bir gecedir. Peygamberimiz bin üç yüz kırk küsur sene evvel böyle bir Receb-i Şerif’in yirmi yedinci gecesinde Allah’ın emriyle göklere çıkmış, Arş’ı ve Kürsü’yü seyretmiş, Mevlâ’sına kavuşmuştur.
Hiçbir peygambere nasip olmayan bir devlet O gece Peygam-
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 742 ☆
ber Efendimize müesser olmuştur. Bunun için bütün Müslümanlar o geceye çok hürmet ederler. O gece çoluk çocuk sevindirilir, fakirlerin, kimsesizlerin gönlü hoş edilir. O gece camilerde cemaatle namaz kılınır, miraciyeler okunur, dualar edilir. Herkes birbiriyle kandilleşir, birbirlerini tebrik eder. Böylece o mühim gecenin büyüklüğü zihinlerde yer tutar.
Peygamber Efendimize herkesin muhabbeti artar.
Bunun için kandil gecelerine çok önem vermeli, böyle mübarek günleri, mübarek geceleri, daima hesap edip, hiç unutmamalıdır. İnsanın iki eli kanda bile olsa, ne yapıp yapıp, kendini biraz çekip çevirmelidir. Ortalığı derleyip toplamalıdır. Üstünü başını güzelce temizlemelidir. Hiç olmazsa bu akşam kandil akşamıdır diye ikindi vakti camiye gidip cemaatle namaz kılımalıdır.
Kur’an-ı Kerim okuyup veya dinleyip gönlünü nurlandırmalıdır. Geçmişleri hatırlayıp onların da ruhlarını şâd etmelidir.Yatsıyı da cemaatle kılıp dünyamız ve âhiretimiz için dua etmelidir. Kandil geceleri çok güzel bir Müslüman âdetidir.
Bir kandil gecesinin yerini, başka hiçbir şey tutamaz. Kandil gecesi deyip geçmemeli, onun Müslümanlığa ne kadar faydası olduğunu bir kere düşünmeli, her kandil gecesi, her köyde, her mahallede, bir kişi tövbekâr olsa sadece bu bile yetişir. Hâlbuki bu kadarla kalmadığı bir gerçektir.
Nice kimseler bu yüzden camiye ve cemaate ısınıyor ve böylece Müslümanlığa bağlanıp kalıyor. Çocuklar bile camiye alışıyor, araları açık nice kimseler, kandilleşme dolayısıyla birbirleriyle görüşüp barışıyor.
Böyle mübarek gecelerde camilerde, evlerde, bir araya toplanışlar, mevlidler, miraciyeler, okuyuşlar, yürekten dinleyişler o
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 743 ☆
güzel kokulu şeyler yakmalar, O gül suları serpmeler, şekerler, şerbetler, serpmeler. .. Sonra ne kadar evliya varsa, ne kadar gelmiş geçmiş din kardeşi varsa hepsini anmalar, onların ruhlarına hediye göndermeler. Bunlar ne kadar güzel, ne kadar faydalı şeylerdir. Bunların hiçbiri boşuna değildir. Her birinin birçok sebebi ve hikmeti vardır.
Bunun için siz de ey cemaat!
Böyle mübarek geceleri boşuna geçirmeyin! Halinize göre çoluğunuzu çocuğunuzu sevindirmenin çaresine bakın! Üşenmeyin, camiye gidin, ibadet edin, eşinizle dostunuzla kandilleşin, dargınlarla barışın, elinizden geldiği kadar hayırda iyilikte bulunun.”
Tevbe 120: şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını zayii etmez’” 444
_____________________
▪444 - Usta, 2005, s.205-207.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 745 ☆
HUTBE 47: KADİR GECESİ
“1- Biz onu (Kur’an’ı ) Kadir Gecesi’nde indirdik.
2- Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sana haber veren oldu mu?
3- Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4- Zirâ o gecede, her iş hakkında birtakım emirler alarak Rabbinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail) yere iner.
5 -O gece, selâmettir, esenliktir, güneşin doğuşuna kadar devam eder.
Ey cemaat-i Müslimin!
Allah-u Teâlâ Kadir Gecesi’nin çok faziletli, takdir edemeyeceğimiz kadar büyük ve mübarek bir gece olduğunu Kur’an-ı
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 746 ☆
Kerim’inde haber veriyor. Kadir Gecesi mü’minler için idrakin üstünde mübarek bir gecedir. Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’i Kadir Gecesi’nde indirdiğini, bu gecede yapılan ibadetin bin aylık ibadetten hayırlı olduğunu söylüyor.
Evet, Kur’an’ın âyetleri Peygamberimize bu geceden itibaren inmiştir. Bütün insanların hidayet sebebi olan Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı bu gece elbette idrak ve takdir edemeyeceğimiz kadar şerefli ve yücedir. Cenab-1 Hakk, Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır buyuruyor.
Müslümanlar!
Kadir Gecesi Muhammed (sav.) ümmetine mahsus İlahî yardımlardandır. Bu mübarek gecenin şerefi ve şanına nihayet yoktur. Bu şerefli geceyi ibadet ve itaatle geçiriniz. Bu kutsî gecenin feyizlerinden istifadeye gayret ediniz.
Biliniz ki, Kadir Gecesi, içinde Kadir Gecesi bulunmayan binlerce aydan daha şereflidir. Bu gece yapılan ibadetlerin sevabı binlerce ayda yapılan ibadetlerden daha çoktur.
Hakk Teâlâ, Kadir Gecesinde mü’minlerin geçmiş hatalarını günahlarını affediyor.
Şu kadar ki, içki içenler, anasına babasına asi olanlar, akrabanın hukukuna tecavüz edenler, din kardeşlerine düşmanlık edenler ilahî affa mahzar olamazlar.
Rasül-i Ekrem şöyle buyuruyor:
“Ümmetimden her kim, faziletini tasdik, sevabını Cenab-ı Hakk’tan isteyerek Kadir Gecesi’ni ibadet ve taatle geçirirse geçmiş günahları af olunur.’
Öyleyse ey Müslümanlar!
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 749 ☆
HUTBE 48: RAMAZAN BAYRAMI
“A’ lâ 14-15: “Kendini pâk tutan, Rabbinin adını anıp namaz kılan elbette umduğuna ermiştir.’
Ey cemaat!
Bakın Receb, Şaban derken Ramazan geldi geçti ve bayram oldu. Sağ olana göre bunun gibi daha nice bayramlar gelir geçer. Ama asıl marifet böyle günleri gönül uyanıklığıyla geçirmektir. Gafletle geçen bayramların, Ramazanların insana bir faydası yoktur.
Bir Müslüman ki, kendi zevkinden, kendi keyfinden başka bir şey düşünmez, milletinin ve memleketinin uğrunda bir fedakârlıkta bulunmaz; fenalık ve tembellik derken hepsi mükemmel;
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 750 ☆
iyiliğe gelince hiçbir şey.
Müslüman’ın böylesi ha olmuş, ha olmamış, ikisi de birdir. Biz hamd olsun Müslüman’ız ama ibadetsiz, amelsiz, ilimsiz, ahlâksız, işsiz güçsüz Müslümanlık olmaz.
Olsa bile öyle bir Müslümanlığın adama faydası dokunmaz. Bir ağacın ağaçlığı dalıyla, budağıyla, meyvesiyle yaprağıyla değil midir? Dalsız, budaksız, meyvesiz, yapraksız ağaç olur mu? Olsa bile ona odundan başka bir şey denir mi? Şimdi ey
Müslümanlar bilmiş olun ki, bayram demek, Ramazan demek, din iman demektir.
Ramazan’ı Ramazan bilen, bayramı bayram bilen kurtuluşa erdi demektir. Çünkü öyle bir insan hayrını şerrini bilir, Allah da öylesine her tuttuğunu kolay getirir. Bakarsın o adam artık işinde gücünde feyiz ve bereket bulur. Asla sıkmtı yüzü görmez olur. Ahlâkı düzelir. Açgözlülük etmez, hilekârlık yapmaz, kimseye bir zarar vermez. Her şeyde hakkına razı olur, kimseye kin beslemez, herkesle sohbet eder. Böylece insan adeta melek haline gelir. İşte Ramazanların, bayramların ve bütün mübarek günlerin faydası budur.” 446
▪446- Usta 2005,s.213-215.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 751 ☆
HUTBE 49: KURBAN BAYRAMI
“Kevser, 1-3: “(Y â Muhammed!)
Biz sana Kevser’i verdik. Onun için Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz seni kötüleyendir.’
Ey cemaat-i Müslimin!
Kurban koyundan, keçiden, deveden, sığırdan olur. Başka hayvanlardan kurban kesilmez. Bu dediğim hayvanların erke ğinden, dişisinden kurban olursa da devenin, sığmn dişisini, koyunun ve keçinin erkeğini kurban etmek daha makbuldür.
Kurban edeceğiz diye bu hayvanların yavrularını kesmek olmaz. En aşağı devenin beş seneliği, sığırın iki seneliği, koyunun ve keçinin de birer seneliği kurban olur. Bundan küçüğünü kur -
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 751 ☆
ban etmek olmaz. Sadece altı ayı bitirip yedinci aya basmış olan ve bir senelikten farklı olmayan gösterişli bir kuzuyu kurban etmek mümkündür.
Yedi kişinin ortaklaşarak bir deveyi veya bir sığırı kurban etmesi de olabilir. Bir koyunu veya bir keçiyi ancak bir kişi kurban edebilir. Dişleri dökülmüş, kuyruğunun yarısından fazlası kesilmiş, bir gözü veya iki gözü kör olan ve yürüyemeyecek derecede topal, hasta ve zayıf bulunan hayvanlardan kurban olmaz.”
Halkın dinini anlaması için hutbe kitabı yazdıran Mustafa Kemal, 20 Haziran 1928’de İstanbul Darülfunun’u İlahiyat F akültesi’nde vazifeli hocaların hazırladığı “dini ıslah beyannamesi” adlı çalışmayı İslam’a aykırı bularak reddetmiştir.
“Camilerde sıralar ve elbiseliklerin konulması, ayakkabı ile girilecek bir düzenlemenin yapılması, ibadetin de Türkçe yapılması, camilere müzik aletleri sokulması, musiki bilen müezzinler yerleştirilmesi, İlahi müziğinin konulması gibi önerileri, İslam dini ile alakalı bulmadığı için reddetmiştir.” 447
▪447 - İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Cereyanı, cilt 2, Dergah Yayınları, İstanbul, 1987, s.497.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 752 ☆
ATATÜRK, HARABE HALİNE DÖNEN
PEK ÇOK CAMİYİ TAMİR ETTİRMİŞTIR
Mustafa Kemal, 1922 yılında Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısında, Yunan çekilişi sırasında birkaç bin caminin yakılıp, yıkıldığını belirterek; “Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti nutuk atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim” demiştir.
O dönemde Hindistan’dan gelerek şahsı adına hesaba yatan paradan 110 bin lirayı, Yunan ordusunun çekilirken yakıp yıktığı yerlerin onarılmasına harcadığı bilinmektedir. 448
Bu ve benzeri sözleri ve icraatları, O’nun bu hizmeti Allah rızası için yaptığını göstermektedir.
Bugün dindar gözüken siyasîlerin cami yıktığma, Kur’an kur
▪448 -Dr. İsmet Görgülü, Atatürk’ün Özel Yaşarm Uydurmalar-Saldırılar-Yanıtlar, Bilgi Yayınevi, Istanbul, 2003, s.153.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 754 ☆
su kapattı ğına şahit oluyoruz. Oysa dinsiz diye yaftalanmaya çalışılan Atatürk cami onarmış, savaşta çıkmış devlet bütçesinin önemli bir bölümünü bu tamire ayırmayı uygun bulmuştur.
Mesela, 1 Mart 1923 tarihinde Meclis’in 4. toplantı yılını açış konuşmasında bakın ne diyor:
“Efendiler! Geçen sene zarfında Evkaf Vekâleti din ve hayır işleriyle ilgili binaların tamirat ve inşaatında oldukça mühim bir faaliyet göstermiştir. Vukü bulan tamirat yekünu, memleketin muhtelif noktalarına ait olmak üzere 126 cami ve mescid-i şerif ile 31 medrese ve mektep; 22 suyolu ve çeşme, 175 akar ve 26 hamama ulaşmıştır. . .” 449
Atatürk’ün, senelerce hizmetinde bulunan emir çavuşu Mihalıççıklı Ali Metin aracılığıyla 5 bin lira göndererek kasabanın tek camiini yaptırdığı bilinmektedir.
Bu cami bugün Mihalıççık Atatürk Cami olarak anılmaktadır.
Yine, kasırga nedeniyle zarar gören Edirne’deki, Selimiye Camii Atatürk’ün talimatıyla onarılmıştır.
23 Ekim 1929 tarihinde kabul edilen kararla;
“. .. Bir sürette tamirine lüzum görülen ve bilkeşif 30.000 lira ile kabil olacağı anlaşılan Sultan Ahmed Camii tamiratının Evkaf Umum Müdürlüğü’nün 22/9/929 tarih ve 68476/93 numaralı tezkeresiyle yapılan teklifi üzerine icra vekilleri heyetinin
23/ 10/ 929 tarihli içtimaında tasvip ve kabul olunmuştur. İmza: Gazi Mustafa Kemal.” 450
25 Aralık 1930’da camiyi ziyaret etmiş ve burada, “Beyler,
▪449 -Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2012, c.15, s.175. 450 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başvekalet Muamelat Müdürlüğü, sayı no: 8476.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 755 ☆
hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahatten mahrumdur. Bakınız, ecdadımız İstanbul’un fethinden tam 125 sene sonra, bu şaheser camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yaptırmış; böylece Edirne ’ye mührünü basmış, tapulamıştır” demiştir.
22 Maıt 1931’de dönemin başbakanı İsmet Paşa’ya çektiği telgrafla Konya hakkında şunları ister:
“... Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir haraplık içinde bulunmalarına rağmen, sekiz asır evvelki Türk medeniyetinin hakiki mimarî şaheserleri sayılacak kıymette bazı binalar vardır.
Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alaeddin Camii, Sahip Ata Medresesi, Cami ve Türbesi, Sırçalı Mescit ve İnce Minareli Cami derhal ve acilen tamire muhtaç bir haldedirler.
Bu tamirin gecikmesi bu abidelerin tümüyle yok olmasına sebep olacağından, evvela asker işgalinde bulunanların tahliyesinin ve tamamının mütehassıs zevat nezaretiyle tamirinin temin buyurulmasını rica ederim.” 451
9 Aralık 1931’de Eyüp Camii’nin tamiri için şu kararı çıkarmıştır:
.“1999 lira ve 70 kuruş bedeli keşfı bulunan İstanbul Eyüp Camii kurşun ve sıva tamiratının teahhüde talip çıkmadığından emaneten yaptırılması, Evkaf Umum Müdürlüğü’nün 6/12/1931 tarih ve 160 numaralı tezkeresiyle vukü bulan teklifı üzerine İcra Vekilleri Heyeti’nin 9/ 12/ 1931 tarihli içtimaında tasvip ve kabul olunmuştur.
▪451 -Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2012, c.25, s.107.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 756 ☆
İmza: Gazi Mustafa Kemal.” 452 16 Temmuz 1936’da yine cami onarımları için;
“İstanbul’da tarihî ve mimarî kıymetleri ile yaşatılmaları gereken eserlerden Mesih Paşa Camii’nin 11.225,05; Süleymaniye Camii’nin 30.349,95; Mahmutpaşa Camii’nin 14.183,42; Azapkapı Camii’nin 10.783,96; Sultan Selim Camii’nin 17 320,50 ve Laleli Camii’nin de 15.160,35 lira masrafla tamir edilebileceği anlaşılmasına ve güzel eserlerden olan bu camilerin eski şekillerini ve tarihî kıymetlerini bozmayacak bir sürette tamir ettirilmesi zarureti dolayısıyla emaneten yaptırılmasına Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün 14/7/936 tarih ve 188773/ 122 sayılı tezkeresiyle yapılan teklif üzerine icra vekilleri heyetinin 16/7/1936’da onanmıştır.
İmza: K. Atatürk.” 453
26 Ağustos 1937’de;
“Çankırı Ulu Camii’nin son cemaat yeri kurşunları ile dahilindeki çatlakları takviyesi ve yağlı boya kalem işleri için yapılan keşfı dairesinde 12.965 lira 68 kuruşla emaneten bu eserin tamiri Vakıllar Genel Müdürlüğü’nün 216455/ 146 sayılı ve 23/8/1937 tarihli teklifi üzerine icra vekilleri heyetince 26/8/1937 tarihinde onanmıştır.
İmza: K. Atatürk.” 454 10 Haziran 1938’de;
“. .. Tarihî ve mimarî kıymeti haiz Ankara Cebeci civarında
▪452 - Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başvekalet Muamelat Müdürlüğü, sayı: 11987. 453 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başvekalet Kararlar Müdürlüğü, karar sayısı: 2/5022.
▪454- Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başvekalet Kararlar Dairesi Müdürlüğü, karar sayısı: 2/7297.

Cenabi Ahmed Paşa Camii’nin tamiri esnasında 155 metro murabbaı bir saha ile minaresinin şerefe ve petek kısmında taşlardan bazılarının da çürüdüğü görülmüş ve bunların tamamının değiştirilmesinde zaruret bulunduğundan, 8.216 liraya yapılabileceği anlaşılan bu işlerin Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün 10/6/1938 tarih ve 13934/ 103 tezkeresi üzerine İcra Vekilleri Heyetince 10/6/ 1938 tarihinde onanmıştır.
İmza: K. Atatürk.” 455
1924-1935 yıllan arasında tamir edilen cami ve mescidler şöyledir:
Edirne: Selimiye, Üç Şerefeli Beyezid ve Süleymaniye minareleri, toplam 20.000 lira harcanmıştır.
İstanbul’da: Sultanahmet Camii, 50.535 lira harcanmıştır.
İstanbul: Kandilli Cami inşası,l7.000 lira harcanmıştır. İstanbul: Fıstıklı Camii inşası,l7.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: Ayasofya Camii, 52.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: Piri Mehmet Paşa Camii, 5.638 lira harcanmıştır.
İstanbul: Cedit Ali Paşa Camii, 10.000 lira harcanmıştır.
Kırklareli: Sokullu Camii,12.995 lira harcanmıştır.
Manisa: Muradiye Camii,12.000 lira harcanmıştır.
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 7.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: Ayakapı’da Gül Camii, 2.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: İmrahor Camii, 1.500 lira harcanmıştır.
▪455 -Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başvekalet Kararlar Dairesi Müdürlüğü, karar sayısı: 2/8988.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 758 ☆
İstanbul: Beylerbeyi Camii, 4.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: Cihangir Camii, 2.844 lira harcanmıştır.
İstanbul: Zeynep Sultan Camii, 4.300 lira harcanmıştır.
İstanbul: Sultan Bayezid Camii, 12.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: Selimiye Camii, 4.620 lira harcanmıştır.
İstanbul: Yeni Camii, 1.506 lira harcanmıştır.
İstanbul: Balipaşa Camii, 8.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: Mecidiye Camii, 2.500 lira harcanmıştır.
İstanbul: Nusratiye camii, 2.200 lira harcanmıştır.
İstanbul: Molla Çelebi Camii, 5.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: Büyük Piyale Camii, 1.696 lira harcanmıştır.
İstanbul: Rumi Mehmet Paşa Camii, 1.800 lira harcanmıştır. İstanbul: Mihrimah Camii, 2.071 lira harcanmıştır.
İstanbul: Teşvikiye Camii, 1.422 lira harcanmıştır.
İstanbul: Hazreti Halid Camii, 7.000 lira harcanmıştır.
İstanbul: Rüstem Paşa Camii, 8.344 lira harcanmıştır.
İstanbul: Küçük Ayasofya Camii, 2.820 lira harcanmıştır.
İstanbul: Mimar Sinan Türbesi, 6.617 lira harcanmıştır.
İstanbul: Süleymaniye Camii, 6.300 lira harcanmıştır.
1924-1935 seneleri arasında Atatürk’ün emri ve izni ile cami tamirlerine toplam 293.608 lira harcanmıştır. 456
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 759 ☆

HUTBELERİNDEN ÖRNEKLER
Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı, bizim anlattığımız gerçek Atatürk’ten sonra, Atatürk’ün hutbe irad eden tek cumhurbaşkanı olduğunu dile getirmeye başladı.
Karşınızda 7 yaşında Kur’an-ı Kerim’i hatmeden, 8 yaşında hafız olan ve İslam dinine vâkıf bir cumhurbaşkanı var.
Kutbu’l-Aktab yani irşad makamında bir veli var.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 761 ☆
BALIKESİR ZAĞNOS PAŞA CAMİİ’NDE
İRAD ETTİĞİ HUTBENİN BİR BÖLÜMÜ
7 Şubat 1923 günü öğleyin, Paşa Camii’nde okunan Mevlid’den sonra Zağnos Paşa Camii’ndeki hutbesinde halka şöyle seslenmiştir:
“Ey Millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti, sevgive iyiliği üzerinize olsun.
Peygamber Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resül olmuştur. Temel nizamı hepimizin bildiği Kur’an-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hükümlerdir.
İnsanlara manevî mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsaydı bununla diğer İlahî tabiat kanunları arasında
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 762 ☆
birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.
Arkadaşlar, Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın eviydi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine dair konuları görüşmek üzere bu kutsal yerde, Allah’ın huzurunda bulunuyoruz.
Beni bu şerefe kavuşturan, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, söylenenleri dinleme ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek, yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır.
Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması lazımdır. İşte biz de burada din ve dünya için her şeyden önce hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.
İşte bizim burada din ve dünya için; istikbâl ve istiklâlimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü ortaya koyalım.
Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Millî emelleri, millî iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkarmak gerektir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.”
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 763 ☆
Atatürk, Balıkesir Paşa Camii’ndeki 70 saatlık hitabesini yaptıktan sonra halkın suallerine cevap vereceğini söyleyerek minberden inmiştir.
Gazi’ye halk tarafından 20 ayrı sual sorulmuştur. Bunların hepsini tespit eden Atatürk hutbeler hakkında soruyu şöyle cevaplandırmıştır:
“Hutbeler hakkında sorulan suallerden anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı milletimizin hissiyat-ı fikriye ve lisanıyla, medeni ihtiyaçlarıyla mütenasip görülmemektedir.
Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek yani söz söylemek demektir. Hutbenin mânâsı budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım mânâlar ve methumlar çıkarılmamalıdır.
Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir.
Biliyoruz ki, Hz. Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi.
Gerek Peygamber Efendimiz, gerekse Hulefa-i Raşidin’in hutbelerini okuyacak olursanız, görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hulefa-i Raşidin’in söylediği şeyler, O günün meseleleridir.
İslam ümmeti çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlaymca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefa-i Raşidin’in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir.
Onlar cami-i şerif ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 764 ☆
O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması, halkı umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. ..
Ancak millete ait işleri milletten gizli tuttular. Hutbelerin halkın anlamayacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbeden maksat halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir.
Yüz, iki yüz hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir.
Hutbeyi okuyanın herhalde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır.
Geçen sene TBMM’de irad ettiğim bir nutukta demiştim ki, “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur. ’
Böyle olabilmesi için, minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fennî ve ilmî hakikatlere uygun olması lazımdır.
Hatiplerin siyasî, içtimaî ve medenî ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. .. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olmalıdır.”
Hutbelerin dili ve konusu hakkında Atatürk’ün son paragrafta belirttiği fikirler herhangi şüphe ve tereddüde yer vermeyecek kadar açık ve kesindir. 457
▪457 - Okur, 7. hatıra.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 765 ☆
Hutbeler hakkındaki bu düşüncelerinden sonra 1927 ’de Rıfat Börekçi Hoca’ya camilerde okunacak hutbeleri kaleme aldırmıştır.
Balıkesir’de halka hitaben;
“Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğer Allah’ın eviydi. Millet işlerini Allah’m evinde yapardı.
Hz.Peygamber’in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bu gününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah’m huzurunda bulunuyoruz.
Beni buna eriştiren Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum.
Bu fırsat ile büyük bir sevap kazanacağımı ümit ediyorum efendiler.” 458
▪458 - Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 1-3, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, s.99
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 767 ☆
ATATÜRK’ÜN PEYGAMBERIMIZ
HAKKINDAKI SÖZLERİ
Ölümüne yakın bir zamanda, ölümünden 15 gün kadar önceki bır zamanda Peygamberimiz hakkında şu veciz sözü söylemiştir:
“Bütün dünya Müslümanları, Allah’ın son peygamberi Hz.Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli; zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.” 459”
Peygamberimizi en önde gören bir liderdir Atatürk:
“Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim senin adın silinir. Fakat sonsuza kadar O ölümsüzdür.” 460
▪459 - Urduca Yayınlarda Atatürk, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1979, s.102.
▪460 - Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik, s. 127; Atatürkçülük, c.l, s.455.

Mustafa Kemal, Filibeli Ahmet Hilmi’nin, müsteşrik Dr. Dozy ve benzeri Batılıların İslamî mukaddesatı tahkir edici, gerçekleri saptıranlara cevap niteliğindeki “Tarih-i İslam” eserini okumuştur.
Bu eserde, birinci cildin 128. sayfasında geçen, “Kavm-iArab’da fazilet-i hakikiyeyi ibda eden, ahlakı icad eyleyen din-i İslam ve tabir-i aherle Zat-ı Al-i Nebevi’dir” cümlesinin altmı çizmiştir.
Altı çizilen cümleler arasında aynı eserin 129. sayfasında geçen “Kabul olunur ki, İslam demek Muhammed demektir’ ’ cümlesi de vardır.461
Saltanatın kaldırılması konusunda yapılan oturumda şu konuşmayla İslam dinini, Hz. Peygamberi anlatan O’dur:
“. . . Allah insanları yarattığı andan Cenab-ı Peygamberin ölümüne kadar onları aydınlatmak, doğru yolu göstermek ve geliştirmek için aracılarla onlarla ilgilenmiştir.
Onlara Hazret-i Adem aleyhisselâmdan başlamak üzere sayıları bilinen ve bilinmeyen sınırsız peygamberler ve elçiler göndermiştir.
Son peygamber olan Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem 1341 sene evvel Rumi Nisan içinde, Rebiyülevvel ayının 12. Pazartesi günü sabaha doğru tan yeri ağarır iken doğdu.
Çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nurlu, sözü ruhani, konuşması ve cevapları güzel, doğruyu ayırt etmede ve görüşlerinde benzersiz, sözüne güvenilir ve yumuşaklık ve iyilikseverlikte herkesten üstün olan Muhammed Mustafa, önce özel nitelikleri ve gelişmişliğiyle kabilesi içinde Muhammedü’l-Emin (güvenilir) oldu.
▪461 - Mehmet Bulut, “Şer’iye Vekâletinin Dinî Yayın Hizmetleri”, Diyanet İlmi Derneği, c.30, sayı 1, 33-16.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 768 ☆
Kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. .. 43 yaşında peygamberlik geldi.
Fahri Alem, sonsuz tehlikeler içinde, sayısız zahmet ve zorluklar karşısında 20 sene çalıştı ve İslam dininin kurulması ile ilgili peygamberlik görevini başarıyla yerine getirdikten sonra öldü. . .” 462
Atatürk, Bedir Savaşı’nı özellikle çokça anlatırdı:
“Dinî tarihimizi ve bilhassa Peygamberimizi, savaşlarını tarih kitaplarından çokça okur ve hayranlığını sıkça dile getirirdi, hele hele Bedir Savaşı’nı hep hayranlıkla anlatırdı. “En büyük bir zaferdir’ derdi.
Yavuz Sultan Selim ve Timurlenk de hayran olduğu komutanlardı ama takdir ettiği kişiyse Hz. Muhammed’di (s.a.v.) “O, zoru başarmıştır’ der ve takdir hislerini çokça zaman arkadaşlarına anlatırdı.Hatta zaman zaman TBMM’de dile getirdiğine şahit
olmuşumdur.” 463
Yine, 1930 yıllarında İslam düşmanı bir şarkiyatçının Hz. Muhammed hakkında yazdığı bir kitabı tercüme eden bir yazar eserini Atatürk’e takdim eder.
Atatürk kitabı inceledikten sonra tarihçi Prof. Dr. Şemsettin Günaltay’ı çağırtır ve kitap hakkında fikrini sorar.
Günaltay’ın cevabı, “Ele alınacak bir şey değil, bir facia olur, Paşam” şeklindedir.
Atatürk, Günaltay’ın sözünü bitirmesini beklemeden yerinden fırlar ve yanında bulunan Başvekil İsmet Paşa’ya dönerek;
▪462 - Atatürk, Belgeler, El Yazısı ile Yazışmalar Notlar, Yapı Kredi Yayınları, s. 23 8-248. 463 Ulusu, 2008, s.185.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 769 ☆
Kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. .. 43 yaşında peygamberlik geldi.
Fahri Alem, sonsuz tehlikeler içinde, sayısız zahmet ve zorluklar karşısında 20 sene çalıştı ve İslam dininin kurulması ile ilgili peygamberlik görevini başarıyla yerine getirdikten sonra öldü. . .” 462
Atatürk, Bedir Savaşı’nı özellikle çokça anlatırdı:
“Dinî tarihimizi ve bilhassa Peygamberimizi, savaşlarını tarih kitaplarından çokça okur ve hayranlığını sıkça dile getirirdi, hele hele Bedir Savaşı’nı hep hayranlıkla anlatırdı. “En büyük bir zaferdir’ derdi.
Yavuz Sultan Selim ve Timurlenk de hayran olduğu komutanlardı ama takdir ettiği kişiyse Hz. Muhammed’di (s.a.v.) “O, zoru başarmıştır’ der ve takdir hislerini çokça zaman arkadaşlarına anlatırdı. Hatta zaman zaman TBMM’de dile getirdiğine şahit olmuşumdur.” 463
Yine, 1930 yıllarında İslam düşmanı bir şarkiyatçının Hz. Muhammed hakkında yazdığı bir kitabı tercüme eden bir yazar eserini Atatürk’e takdim eder.
Atatürk kitabı inceledikten sonra tarihçi Prof. Dr. Şemsettin Günaltay’ı çağırtır ve kitap hakkında fıkıini sorar.
Günaltay’m cevabı, “Ele alınacak bir şey değil, bir facia olur, Paşam” şeklindedir.
Atatürk, Günaltay’ın sözünü bitirmesini beklemeden yerinden fırlar ve yanında bulunan Başvekil İsmet Paşa’ya dönerek;
▪462 - Atatürk, Belgeler, El Yazısı ile Yazışmalar Notlar, Yapı Kredi Yayınlan, s. 238-248. 463 Ulusu, 2008, s.185.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 770 ☆
“Bu paçavrayı toplatın ve tercümeyi yapanı da devlet hizmetinde kullanılmamak üzere hükümet kapısından uzaklaştırın”
dedi.”464 “
“Hz. Mulıammed’i bana, cezbeye tutulmuş, sönük bir derviş gibi tanıttırma gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, O’nun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. ..
Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesi’nde en büyük bir komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir?” “465
Bu hadisenin devamı da şöyledir:
“Daha sonra önündeki kâğıda Uhud Muharebesi’nin planını çizdi. Her iki tarafın kuvvet ve durumlarını, alınan tedbirleri, Peygamber’in savaştan önceki ve sonraki kararlarını izah etti. Sonra Başbakan’a hitaben;
“O zaman orada siz komutan olsaydınız; bundan başka mı hareket ederdiniz?’ diyerek alınan tedbirlerin isabetini o büyük askere de onaylattırdı.
Şöyle dedi: Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askerî dehası kadar siyasî görüşlerier de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih tartışmalarımıza katılamazlar.
Muhammed bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düş
▪464 - Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 1981, s.35 ; Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik, s.127 .
▪465 - Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Hatıralar, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1998; Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi c.9, sayı: 100, s.3, 1945.

manı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.” 466
Atatürk, “Tarih 2, Orta Zamanlar” kitabında Hz. Muhammed hakkında şu bilgileri yazdırır:
“Hz. Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba
Kur’an denir. Bu esasları ihtiva eden cümlelere ayet, ayetlerden mürekkeb parçalara da süre derler.
Kur’an’ın içindekiler başlıca üç bahisle incelenebilir.
Birincisi ve önemlisi; Allah’ın bir olduğuna ve O’ndan başka bir Allah olmadığına ve (Hz. Muhammed’in) O’nun Resülü olduğuna inanmak,
İkincisi; hukukî hükümler ve ibadet. Üçüncüsü; tarihe ait bilgilerdir.” 467
Peygamberimizin özellikle Bedir Savaşı’ndaki zaferini defalarca övdüğü bilinen Atatürk, bu savaş hakkında aynı kitapta şunları ifade etmişti:
“(Hz.) Muhammed ve O’nun nasıl bir din müessesesi ve devlet reisi olduğunu anlayabilmek için O’nun bilhassa askerî faaliyetlerini tetkik etmek lazımdır.
(. . .) Hâlbuki Hz. Muhammed denilen şahsiyet, bizatihi mütehassıs, mütefekkir, müteşebbis ve muasırlarının en yükseği olduğunu yaptığı işlerle ispat etmiş bir varlıktı.
Bedir Muharebesi (624). Burada Hz. Muhammed’e muvaffakiyet temin eden, askerine iyi tertibat aldırması ve muharebeyi
▪466 - M. Şemsettin Günaltay, Atatürk’e Ait İki Hatıra, Ülkü Dergisi, c.9, sayı: 100, 16 Kasım 1945, S.3-4.
▪467 - Tarih 2, Orta Zaman, s.90-92.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 772 ☆
bizzat iyi idare etmesi oldu. Muhammed, askerlerine daima birlikte sımsıkı durmalarını, düşman hücumlarına ok atarak mukabele etmeyi emretti.
Kılıçlar ancak son dakikada kullanılacaktı. Müslümanlar Muhammed’in verdiği talimatı dikkatle takip ettiler. Kureyşliler yalın kılıç hücum ettikleri zaman bir ok yağmuru ile karşılandılar. İslamlar intizamı muhafaza ettiler. Son safhada Hz. Muhammed’in askerlerinden biri Muhammed’in yanına koşarak kmlmış silahı gösterdi. Muhammed ona bir sopa vererek, “bununla vuruş’ dedi.
Kureyşlilerin bozulduğu çok seri ve hezimetleri tam oldu. Müsademe esnasında Kureyşlilerin gösterdiği harikulade cesaret
Müslümanları dehşet ve hayret içinde bıraktı, hiç kimse O’nun kadar cesur olmadı ve düşmana O’nun kadar yaklaşamadı.” 468
Uhud Savaşı’nda, Allah Resulü’nün izlediği taktik konusunda hayranlığını ifade ederek;
“2 Şubat 1923’te İzmir’de halka hitaben yaptığı bir konuşma da; “Çok iftihara şayandır ki, milletimiz ancak 1300 sene sonra bu Kur’an hakikatlerini fıili halde göstermiş oldu’ demiştir.” 469

"BEN CİHAD MÜSLÜMANIYIM’
Mustafa Kemal, meşhur “Zabit ve Kumandan ile Hasbiha ” kitabında, Islam dininin ve Müslümanların muhafazası üzerine bina edilen savaş taktiklerini yazmıştır.
Bu kitap, silah arkadaşı Nuri Conker’in Zabit ve Kumandan eserine tamamlayıcı olarak yazılmıştır.
“. .. Herhalde askerlerimizin ruhunu kazanmak bizim için bir görev olduğu gibi; öncelikle onlarda bir ruh, bir emel, bir kişilik yaratmakta, Allah’tan ve Medine-i Münevvere’de yatan Cenab-ı Peygamber’den sonra bize düşüyor. . .” 470
Atatürk, emrindeki askerine vatan savunması ruhunu kazandırmasını dahi, Allah’tan ve Hz. Peygamber’den sonra kendilerine verilen kutsi bir vazife kabul etmektedir.
▪470 - Borak, s.l4.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 774 ☆
Askerliğe, vatan müdafaasına bakıştaki nükte, hangi dinsizlikle izah edilir? Karşınızda, “vatan sevgisi imandandır” hadisinin muhatabı;
iman dolu göğsü ile cepheden cepheye koşan bir kahraman duruyor.
Atatürk’ün “Ben cihad Müslüman’ıyım” sözündeki nükte de askerliğe olan bu bakış açısıdır.
“Atatürk, Kütahya-Eskişehir savaşlarından sonraki buhranlı günlerde Ankara Tren İstasyonu’ndaki binada kalırken, bir sabah erken kalkmış ve Ali Metin Çavuş’a “Acele olarak Fevzi Paşa’yı ara bul ve hemen buraya gelmesini söyle’ demiştir.
Ali Metin Çavuş, Fevzi Paşa’ya ulaştığında Fevzi Paşa da Atatürk’ün yanına gelmek üzere evden çıkmıştı.
Fevzi Paşa, Atatürk’ün yanına gelince Atatürk ona bir kâğıt, kalem uzatarak, “Dün gece gördüğün rüyayı yaz ve bana ver’ demiştir.
Kendisi de bir kâğıt kalem alıp aynı şekilde dün gece gördüğü rüyayı yazmıştır.
Yazma işi bitince paşalar karşılıklı olarak kâğıtları değişmişler ve yazdıkları rüyaları okumuşlardır.
Her iki paşa da gülümsemeye başlamıştır.
Daha sonra her iki kâğıdı da görüp okuyan Ali Metin Çavuş, kâğıtlarda aynı rüyanın yazılı olduğunu görmüştür.
(Rüya şöyledir):
Hz. Muhammed, Hacı Bayram-ı Veli’ye diyor ki: Mustafa’ya söyle korkmasm, sonunda zafer onların olacaktır.” 476
▪467 - Gürtaş, 1981, s.161-162.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 775 ☆
bununla diğer İlahi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.” 473
Bakmız; “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” ayetini “474 askerî hayata nasıl uygulamıştır:
“. .. Sözgelimi, senin yaralandığın bir muharebede, sağ kanat alaylarından birinin cesur komutanı düşman topçu ateşi altına girdiği sınırdan, Doğan Aslan sırtlarında, düşman piyadesinin yoğunlaşan ateşi altında, alayının geri dönüp kendisini yalnız bıraktığı noktaya kadar daima kılıcı elinde ve kendisi, avcı hattının Önünde bulunmuştu. Bu cesaretine hayranım fakat ne yazık ki bu cesaret ve kahramanlık alayın zafere ulaşmasmı sağlayamadığı gibi dağılmasına da engel olamadı.
Ortaya çıkan bu tavır ve hareketlere karşılık, alay topçu ateşi altında amaca ve araziye uygun olarak açılsa ve daha sonra yayılsaydı ve ardından kendine ayrılan cephede taarruz ve hücum edebilse; komşu kıtalarla bağlantı sevk ve idare edilerek korunsaydı. ..
Ve bunun için elde kılıç yerine dürbün bulundurulsaydı ve bu süretle alayını durdurup tekrar düşmana yöneltseydi. . .
İşte o zaman bir alay komutanına yaraşan cesarete yüce bir örnek gösterilmiş olurdu.
İşte böyle bir cesaretin kurbanı olan alay komutanmın adına heykel dikmeye Cenab-ı Peygamber de razı ve ümmeti tarafından “hel yestevi’llezine ya’lemune ve’llezine la ya’lemun/hiç bilenle bilmeyen bir olur mu’ kavramına fiili bir iman gösterilmiş olmasından, ruhen hoşlanırdı.” 475
▪473 - Atatürk’ün SDV, 0.2, s.98.
▪474 - Zümer, 9.
▪475 - Atatürk’ün Söylev Demeçleri, c.2, s.9.

Askerliğe, vatan müdafaasına bakıştaki nükte, hangi dinsizlikle izah edilir?
Karşınızda, “vatan sevgisi imandandır” hadisinin muhatabı;
iman dolu göğsü ile cepheden cepheye koşan bir kahraman duruyor.
Atatürk’ün “Ben cihad Müslüman’ıyım” sözündeki nükte de askerliğe olan bu bakış açısıdır.
“Atatürk, Kütahya-Eskişehir savaşlarından sonraki buhranlı günlerde Ankara Tren İstasyonu’ndaki binada kalırken, bir sabah erken kalkmış ve Ali Metin Çavuş’a “Acele olarak Fevzi Paşa’yı ara bul ve hemen buraya gelmesini söyle’ demiştir.
Ali Metin Çavuş, Fevzi Paşa’ya ulaştığında Fevzi Paşa da Atatürk’ün yanına gelmek üzere evden çıkmıştı.
Fevzi Paşa, Atatürk’ün yanına gelince Atatürk ona bir kâğıt, kalem uzatarak, “Dün gece gördüğün rüyayı yaz ve bana ver’ demiştir.
Kendisi de bir kâğıt kalem alıp aynı şekilde dün gece gördüğü rüyayı yazmıştır.
Yazma işi bitince paşalar karşılıklı olarak kâğıtları değişmişler ve yazdıkları rüyaları okumuşlardır.
Her iki paşa da gülümsemeye başlamıştır.
Daha sonra her iki kâğıdı da görüp okuyan Ali Metin Çavuş, kâğıtlarda aynı rüyanın yazılı olduğunu görmüştür.
(Rüya şöyledir):
Hz. Muhammed, Hacı Bayram-ı Veli’ye diyor ki: Mustafa’ya söyle korkmasm, sonunda zafer onların olacaktır.” 476
▪476 - Gürtaş, 1981, s.161-162.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 777☆
DUALAR İLE ALLAH’TAN YARDIM İSTEMEK
“En son olarak niyaz ederim ki, Cenab-ı Vacibü’l-amal Hazretleri. Habib-i Ekrem hürmetine, necip milletimizi muvaffak buyursun, amin.“
Erzurum Kongresi’nin açılışında Şiran Müftüsü bir dua yapmış ve Mustafa Kemal’in de içinde bulunduğu hazırün âmin demiştir:
“Allah'a hamd olsun ki büyük kitabında, “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Hâlbuki, inkârcılar istemeseler de yine Allah’ın nuru, dinini tamamlayacaktır’477 buyurdu.
Salât ve selam ol Zat’a ki, O’na indirilen Kur’an’da, “Kitab’ı Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz’ “478 buyruldu. Salât ve selam Peygamberimizin âline ve ashabına olsun.
▪477 - Saf. 8
▪478 - Hucurât. 9

Ey yardım edici Allah’ım! Şu Müslümanlar topluluğuna yardım et. Nasıl ki, Bedir gününde, maharetli, hünerli meleklerle yardım ettiğin gibi. Kur’an-ı Mübin hürmetine ve Sana yakın olanların ruhaniyetinin imdadıyla. ..
Allah’ım! İstediklerimizi anlatmak, gayelerimizi elde etmek ve mukadderatımızı sağlamak süretiyle güçlüklerimizi yenmeye bizleri muvaffak eyle, burada verilen kararlarda bizleri isabetli kıl!
Allah’ım! Bütün şehitlerimizi ve toprağı, şehitler kanı ile evliya cesetleri ile yoğrulmuş şu Erzurum şehrini Müslüman kullarına iyilik ve lutuf olarak, düşmanların ayakları altında çiğnenmekten ve zalimlerin zorla almak için gösterdikleri hırs ve
tamahlardan kurtar!
Allah’ım! Şu toplulukta bulunup âmin diyen devlet adamlarının ve memleketlerinden hicret etmek zorunda bırakılmış olan vatandaşların muratlarını kolaylaştır. Bizlere selametle ve sevinçli olarak memleketlerimize avdet etmek nasip eyle. Kıyamet gününün Efendisi olan Peygamberimiz hürmetine! Selam bütün peygamberlere. Hamd ve sena âlemlerin Rabbi olan Allah’a.” 479
7 Ağustos 1919’da Erzurum Kongresi’ni kapatırken şu duayı etmiştir:
“Bu birleştirici kurtuluş toplantımız sona ererken, istekleri gerçekleştiren Allah Hazretlerinden doğru yolu göstermesini ve şanlı Peygamberimizin ruhunun bütün üstünlüklerden, bereketinden bağışlanması dileğiyle vatan ve milletimize ve sonsuz devletimize mutlu gelecekler dilerim.” 480
▪479 - Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyet’in Manevi Mimarları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1973, s.260-262.
▪480 - Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c.1, s.5.
ATATÜRK'ÜN HUTBELERİ sayfa ☆ 779 ☆
Hacı Bayram Türbesi’nde edilen dualardan sonra, TBMM’nin açılışında da dualar edilir ve Mustafa Kemal ilk hükümetin kuru-
luşunu müteakip yaptığı konuşmada;
“Cenab-ı Hakk’ın avn ü inayeti bizimledir” diyerek ihlâs'ını göstermiş olur.
Büyük Taarruz Zaferi kazanıldıktan sonra da Eylül 1922’de, “Büyük asil Türk milleti” hitabıyla başlayan tamiminde;
“TBMM ordularının şecaati, sürati, tevfıkat-i Sübhaniyeye vesile-i tecelli oldu. . . Milletimizin istikbali emindir ve nusret-i mevudiyyeyi ordularımızın istihsal etmesi muhakkaktır’ şeklindeki sözleriyle salabet-i imaniyesini ifade etmiş oldu.” 481
Atatürk duanın gücüne her zaman inanmıştır. Bunu çocuklara da tavsiye eder:
“Mustafa Kemal, Konya Yetimler Yurdu ziyaretinde, çocuklarla birlikte yemek yemiş, her birinin tabağından birer kaşık pilav alarak, saçlarını ve omuzlarını okşayarak yetim yavruları sevindirmiş ve onların gönlünü kazanmıştır.
Çocuklar yataklarına giderken Mustafa Kemal onlara, “Çocuklarım, her gece dua edin’ demiştir.
Birkaç gün sonra çocuklar Mevlâna Türbesi’ni ziyarete götürülmüşlerdir. Bu sırada çocukların Mustafa Kemal Atatürk için dua ettikleri gözlenmiştir.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sonlarına doğru bir gün yine bu yurda gelip, çocuklara,“Dualarınız kabul oldu çocuklarım, vatanımız kurtuluyor’ demiştir.” 482
▪481 - Neda Armener, Atatürk ve Din, 10.11 .197l ’de A.Ü., İlahiyat Fakültesi’nde yapılan konuşma, s.2.
▪482 - İsmet Kür, Anılarıyla Mustafa Kemal Atatürk, Kür Yayınları, İstanbul, 1971, s.13-17.
